Sanılanın aksine eğitim dediğimiz mevzu devletlerin pek de umursamadığı bir mevzu değil. En azından bildiğinizin aksine devletimiz bu konuda cimri davranmıyor. İşin içine biraz olsun girdiğinizde sistemin belirli bir düzene sokulması adına ne kadar ciddi yatırımlar yapıldığını göreceksiniz. Ya da bu yazı dizisini takip edip sonlandırdığınızda bana hak vereceğinizi düşünüyorum.
Eğitim üstüne ne kadar kafa yorulsa da işin içinden bir türlü çıkamadığımız bir konu. Sadece ülkemizde değil dünyanın birçok yerinde hala tam anlamıyla oldu denilebilecek bir eğitim sistemi mevcut değil. Eğitimi birey olarak ele aldığınızda devletin bireyin okul dediğimiz kurumdan çıkışını önemsemediğini düşünebilirsiniz. Böyle düşünüyorsanız büyük bir yanlış içindesiniz. Her devlette olduğu gibi devletimizde de eğitimde her bir birey değerlidir. Yani en önde oturup tüm soruları doğru cevaplayan Ayşe devlet açısından ne kadar değerli ise arka sırada diğer öğrencilere kan kusturan Ahmet de bir o kadar değerlidir. Bu değerin temel kaynağını sanılanın aksine bireyin refahı düşünmek de oluşturmuyor. Bu işin tekniği basittir. Tüm dünyada okullar iktidar sistemlerinin temelinin oturtulduğu yerdir. Okullarda ilk olarak çocuklara toplum düzeni öğretilir ve bu öğretide her bir bireyi sistemin içine dahil etmek vardır. Bu aşamada ön sıradaki Ayşe'nin bir mühendis, doktor vb. mesleklerle topluma hizmet etmesi beklenirken arka sıradaki Ahmet'in de toplumun başına bela olmaması kendi yeteneğine uygun bir şekilde üretici olması hedeflenir. Yani bu kurum Ayşe için gaz pedalı görevi görürken Ahmet için bir fren ve raya oturtma sistemidir. Toplum kurallarının ve yönetim sisteminin işlenmesinin ardından çocuklar ince bir elekten geçirilmeye başlar. Zeka, bilgi ve sebat düzeylerine göre farklılıklarını gösteren bu çocuklar ilgi ve ihtiyaçlarına göre meslek gruplarına yönlendirilir. Ön sıradaki Ayşe devlet ihtiyacına göre öncelikli meslek grupları arasına yönlendirilirken arkadaki Ahmet daha çok beden kuvvetinin kullanıldığı tercih edilmeyen meslek gruplarına yönlendirilir. Çünkü toplumun en alttan en üste kadar bütün meslek gruplarına ihtiyacı vardır. Hepsindeki ortak öğreti ise doğal olarak devleti, milleti ve sistemine sadık bireyler olması ve hiçbir şekilde sorun çıkarmama konusunda iyice işlenmiş olması. Bu bütün devlet sistemlerinde hemen hemen ortaktır ve buraya kadar hiçbir sıkıntı yok.
Sıkıntı olan kısım nerede başlıyor? Yazı dizimin ilk kısmını oluşturan ilk sıkıntımız şu ki sisteme dahil olması gereken çocuklar bedenen ve zihnen okula gelmek istemiyor. Yani çeşitli zorunluluklarla okula bedenini getirebildiğimiz çocuklar zihnen okula gelmeyi kati suretle reddediyor. İlk yanlışımız da burada başlıyor zaten. Çocuk dediğimiz varlık insanın bozulmamış özüdür. Her birimiz sistem içinde eriyip bir şekilde istemediğimiz bir şeyi para gibi çeşitli enstrümanlarla mükemmel bir şekilde yerine getirebiliyoruz fakat çocuklar doğası bozulmamış her bir canlı gibi istemediği şeyi yapmama konusunda çok çok daha dirençliler. Bu düşünceden yola çıkarak haksızlık payını en son verebileceğimiz canlılar yine çocuklar. Yani baktığımızda ortadaki yanlışımız şu: Çocuk için okulları cazip mekanlar haline getiremedik. Getirseydik zihnen ve bedenen gelirler miydi? Gelirlerdi. Düşünün ki bu mekanlar park ya da bir oyun salonu gibi yerler olsaydı çocuk ağla ağlaya tepine tepine her türlü yolu kullanarak bir şekilde ailesini ikna edip okula gelecekti. Ama gelemedi. Neden gelemedi çünkü okulların teknik yapıları sevilmeye müsait değil. Bunun en büyük sağlamasını öğretmenlerde görebilirsiniz. Onların büyük bir kısmı da okula gitmek istemiyor. Binadan içeri girdiğiniz andan itibaren sizi soğuk ve itici bir atmosfer karşılıyor. Taştan ve kısmen karanlık koridorlar, renksiz ve soluk duvarlar ve daha da içeri girdiğinizde hijyenik olmayan tuvaletler, siyah bacaklı üstü kirli sıralar ve tahtalar. Rahat bırakılıp serbest bir şekilde istediğiniz bir şeyle uğraşsanız bile kendi isteğinizle orada uzun bir müddet kalmanız mümkün değil. Yıllar yılı dik oturmayı sevmeyen biri olarak neden dik oturur bir şekilde dinlemek, yazmak ve okumak zorundayım hala anlamış değilim. Ya da çocuk neden halı üstünde bir şey öğrenemesin? Neden rahat bir minderde uzanırken öğretmeni dinleyemesin? Ya da istediği yöne uzanıp da yazmaya başladığında bu bizim için bir sorun mudur? Toplum kurallarının ilk öğrenildiği yerler olan oyunlar neden derslerin temel konusu olmasın? Sınıflarda katı bir düzen ve sert bir uygulama yönergemiz var. Ama çocuklar bu sert düzene uıygun değil. Bir çocuk gayriihtiyari ayağa kalktığında dahi tahammül edemiyoruz. Yastık niyetine çantasını kullandığında yadırgıyoruz. Ya da yanındakine rahatsızlık verdiğinde bunun sebebi olarak o çocuğu görüyoruz. Halbuki çocuk kendi rahatsızlığını başkasına yansıtıyor. Sınıf ortamının belirttiğim tüm rahatsızlıklarına rağmen çocukların düzeyine uygun birer çizgifilm açalım. Tüm çocukların gözünü ayırmadan saatlerce izlediğini göreceksiniz. Yani teknik olarak çocuğun bu konuda da henüz bir suçu yok.
Bu aşamada yazının ilk bölümünde sizlerin kendinize şu soruyu tekrar tekrar sormanızı istiyorum. Hiçbir çocuk bir parka zorla getirilmiyorken neden okula sürüklene sürüklene geliyor? İkinci yazıda görüşmek üzere.