Ne
zaman yetersiz geldi yeryüzü? Nasıl düştü insanoğlu birbirine? İlk nerede diş
biledi insan insana? İlk kimi ikna etti akıllı mahluk başka bir beden üstünde
planlar kurmaya? Nasıl ikna oldu daha az akıllı olan diğeri? Şeytan mı çeldi
iki ayaklı hayvanın aklını? Sürüngen olmayan biriciğe mi kandı cehennem
bekçisi? Görsel olmasa da var mıydı bir ağırlığı evrende şeytanın? Zihinde uçan
kötülüklere konulan genel bir ad mıydı yoksa? Bir benim mi aklıma geliyor bu
düşünceler? Yegane olan ben değilsem neden değişmiyor bazı şeyler?
Kim
götürdü? Nasıl götürdü? Götüremediyse nereye sakladı kazandıklarını? Yeteceğini
düşünüp huzurlu yaşamak uğruna hala kenara çekilmedi mi patron? Ülkeyi ölesiye
yönetince razı oldu mu merhumdan bedeni? En son kim mutluluğu esas aldı peki?
Kimdi o yaşamak için para kazanan şanslı son insan? Ne zaman sıyırmıştı en son
bu koca at yarışı pistinden duyguların seni? Kime gülü vermiştin en son
karşılıksız? Hangi yılda başlamıştın bütün insanların kötü olduğunu düşünmeye?
Yeter mi dedi birisi? Yetmez ama evet diyip rutine koşturan kimdi?
Kim
gezip görmek isteyecek her şeyden uzak ücra mekanları? Kim sevecek sanatı
siyasete rağmen? Bunlar böyle benden bağımsız yaşasın diyerek kim soyutlayacak
kendini bu cehennemden? Kim bir çocuğun gözlerine bakıp seni anlıyorum diyebilecek
artık? Kim hissettirecek çocuğa anlaşıldığını? Bütün dünyayı bir kenara
bırakıp, varını yoğunu kim koyacak ortaya, tozlarını dökmeden sevebilmek için
kelebeğin kanatlarını? Gözlerinde cenneti görebilmek için, kim fısıldayacak
kadının kulağına Nazım’ın mısralarını…