24 Ocak 2016 Pazar

SESİN RENGİ VE KARANLIK


‘’Nerdesin?’’
‘’Nerdesin!’’
‘’Sana söylüyorum nerdesin?’’
‘’Bir susar mısın görmeye çalışıyorum.’’
‘’Neyi? Hem ışık kapalı nasıl görece..’’
‘’Sus! Sessiz ol geliyor.’’
ZZZzzzzzzzzzzzzzzzz
‘’Ne bu şimdi? Ne geliyor?’’
‘’KAÇIRDIM! Tebrik ediyorum bir kez daha kaçırdım senin yüzünden! Hem sen neden bana bildiğin soruları tekrar tekrar soruyorsun? Ve sen ne zaman gelsen dikkatim dağılıyor.’’
‘’Öyle değil mi zaten?’’
‘’Nasıl?’’
‘’Yani kendine kaçtığın zamanlarda ben geliyorum. Dikkatinin dağıldığı zamanlarda ben konuşuyorum. Aklındakini yapmana mani her ne varsa suçunu üstüme atıyorsun. Ki ben dikkatini dağıtandan çok dağılan dikkatinim.’’
‘’Neden ışık kapalı?’’
‘’Işık yok çünkü!’’
‘’Hayır!’’
‘’Sinirlendiriyorsun beni. Hem bak konu yine dağıldı. Saatlerdir o sesi bekliyordum ben. O katıksız karışımsız titreşimli sesi…’’
‘’Neden ışık kapalı ve neden yalan söylüyorsun?’’
‘’TAMAAM! Korkuyorum söylemekten. Aslında böyle iyi. O tiz sesin rengini keşfetmeyi bekliyorum saatlerdir.’’
‘’Bu da doğru değil. ‘’
‘’Tamam korkuyorum. Önümü ve ardımı görmekten. Yani karanlık iyi değil mi böyle sence de? Hem ne bir lamba ne bir pencere var nasıl olsun ışık?’’
‘’Görünce ne olacak ki?’’
‘’Sonsuzluk… Gözlerim ne kadar süredir kapalı bilmiyorum. Kafamın içindeysem eğer, aydınlanınca görünecekse geçmiş ve düşünülen gelecek ışıkları yakmaya kim cesaret edebilir?’’
‘’Yani görebilmek daha güzel değil mi sence de? Yani geçmiş de olsa, tahmin edilmiş bir gelecek de olsa kim görüntüyü tercih etmez ki?’’
‘’Ben etmem sanırım. Ya da sen etmezsin. Birimizi bir diğerimizden ayıracak değiliz şu an değil mi? Hem nedir aklını karıştıran? Yine en kesif halimle vücut bulduğuma göre sen kaybolmuş olmalısın. Hissediyorum kendimi. Parmak uçlarımı derime batırdığım vakit keskin bir acı hissedebiliyorum. Bir iç sesin beşeri bir acıyı hissetmesi sence de biraz garip değil mi?’’
‘’ Değil! Ya da değil sanırım. İkisi de aynı yola çıkıyor. Ama ikinciyi söylediğimde biraz daha rahat hissediyor, duruluyorum. Hem konuyu dağıtma şimdi 16 saat daha beklemem gerekecek ve bunun yegane sebebi sensin!’’
‘’Anlamadım?’’
‘’Tren diyorum. Günde iki kere geçiyor buradan. Kendi çıkardığım sesler dışında burada duyabildiğim tek ses bu tren sesi.’’
‘’Tren olduğuna emin misin? Ben bir ray falan göremiyorum. Bir pencere dahi yok açıkçası. Duvarlar öyle kenetlenmiş ki birbirine.’’
‘’Duymak istediğin bir ses olduktan sonra rayın ne önemi var? Ya da tren! Varmış yokmuş kimin umurunda. 16 saat sonra yine gelecek. Lütfen bu sefer sessiz ol.’’
‘’Amacın ne peki? Yani bir ses sadece. Gerçekliği bile şüpheli. Her gün gelen bir trenin sesi. Tabii dediğine göre.’’
‘’Olsun önemli. Rutini bozacak bir ses, bir ışık belki. Duvarların kelimelerle hayal ediyorum. Dokundukça parmak uçlarıma gelen pürüzlerden cümleler çıkarıyorum. Işık ve ses! Yaşam emarelerini ne güzel de temsil edermiş. Hissedemiyorum! Hissetmek için 8 ve 16’şar saatte bir gelen o sesleri bekliyorum.’’
‘’Biliyor musun bence abartıyorsun. Yani 4 sene geçmiş düşünebiliyor musun? 4 sene! İşi saniyelere döktüğünde ne büyük bir zulüm! Bütün rakamları birbirine bağlaman gerekiyor ifade edebilmek için. Ve dört senedir bu iki sese kulak vermekle geçti ömrün.’’
‘’Bu değil sadece. Birçok sese kulak veriyorum. Duyduğum, duymuş olduğum seslere tekrar dinlemeye alıyorum, hayal ediyorum. Aslında tek bir amacım var. Renkleri hatırlamaya çalışıyorum. Son duyduğum silah sesi griydi mesela. Onun ‘’görüşürüz’’ demesi yeşildi, hatırladığımda huzur doluyordum. Hıçkırıklara boğmuştum bir gün laciverte büründü her yer. Ardından mendiliyle gözlerini silip tebessüm ettiğinde mendilin çıkardığı ses masmaviydi. Güzelim elbisesinin rüzgarla muhabbeti yeşildi. ‘’Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz’’ biraz daha koyu bir griydi. Rengi ne olursa olsun rujunun ve bilimum makyaj malzemelerinin vücuduna temasının sesi kırmızıydı kesinlikle. Utandığında pembeleşen yüzüne vuran hafif serin rüzgarın rengi de. Umut kesmiş bir ifadeyle son bakışı, topuk sesleri ve demirin yüzüme kapanışı bembeyazdı, kör etti. Ardından dakikalar sonra geçen trenin sesi simsiyahtı. O günden sonra renkler gitti, bir tek kelimeler kaldı. Siyah bir renk değil anlıyor musun? Bir rengi olmalı! O rengi duyunca o anı hissetmeliyim. Şimdi her simsiyah ve ben her an o anı hissediyorum! Siyah bir renk değildir ne olur anla beni. Siyah yokluk ve boşluktur. Işığın olmaması, renklerin kendini açacak yer bulamamasıdır. Bir tren, bir ray ve o sesler varsa renkler de olmalı…’’     
‘’Bu o kadar önemli mi senin için. Yani bir rengi olsaydı manalı olacak mıydı? Ya da sona erecek miydi bu hikaye de?’’
‘’Renkler yokken emin olamıyorum. Bilmek, hatırlamak ve tekrar yaşamak istiyorum. Devamlılığın, kesintisizliğin ve mütemadiyen süren dinamiğin son bulup kesik kesik vücudumda doz doz yansımalarını tekrar tekrar yaşamak istiyorum. Sürekli aynı tonda olan aslında yoktur. Var olsun istiyorum. Yok olduğunda üzülmek, varlığını bulunca gülümsemek istiyorum. Şimdi hep var bu karanlıkta ve yokluğunun hiçbir zaman diliminde vücuda gelmemesi yokluğunu da daim kılıyor. Ben bunu istemiyorum. Yaşamak istiyorum ve her şey bu sesin renkte yansımasına bağlı. Eğer duyabilseydim, görebilseydim o sesin rengini…’’


‘’İnanacaktım… Varlığına… Yaşadığıma… Henüz ölmediğime… Henüz ölmediğine…’’  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder