‘’Nerdesin?’’
‘’Nerdesin!’’
‘’Sana söylüyorum nerdesin?’’
‘’Bir susar mısın görmeye
çalışıyorum.’’
‘’Neyi? Hem ışık kapalı nasıl
görece..’’
‘’Sus! Sessiz ol geliyor.’’
ZZZzzzzzzzzzzzzzzzz
‘’Ne bu şimdi? Ne geliyor?’’
‘’KAÇIRDIM! Tebrik ediyorum bir
kez daha kaçırdım senin yüzünden! Hem sen neden bana bildiğin soruları tekrar
tekrar soruyorsun? Ve sen ne zaman gelsen dikkatim dağılıyor.’’
‘’Öyle değil mi zaten?’’
‘’Nasıl?’’
‘’Yani kendine kaçtığın
zamanlarda ben geliyorum. Dikkatinin dağıldığı zamanlarda ben konuşuyorum. Aklındakini
yapmana mani her ne varsa suçunu üstüme atıyorsun. Ki ben dikkatini dağıtandan
çok dağılan dikkatinim.’’
‘’Neden ışık kapalı?’’
‘’Işık yok çünkü!’’
‘’Hayır!’’
‘’Sinirlendiriyorsun beni. Hem
bak konu yine dağıldı. Saatlerdir o sesi bekliyordum ben. O katıksız karışımsız
titreşimli sesi…’’
‘’Neden ışık kapalı ve neden
yalan söylüyorsun?’’
‘’TAMAAM! Korkuyorum söylemekten.
Aslında böyle iyi. O tiz sesin rengini keşfetmeyi bekliyorum saatlerdir.’’
‘’Bu da doğru değil. ‘’
‘’Tamam korkuyorum. Önümü ve
ardımı görmekten. Yani karanlık iyi değil mi böyle sence de? Hem ne bir lamba
ne bir pencere var nasıl olsun ışık?’’
‘’Görünce ne olacak ki?’’
‘’Sonsuzluk… Gözlerim ne kadar
süredir kapalı bilmiyorum. Kafamın içindeysem eğer, aydınlanınca görünecekse
geçmiş ve düşünülen gelecek ışıkları yakmaya kim cesaret edebilir?’’
‘’Yani görebilmek daha güzel
değil mi sence de? Yani geçmiş de olsa, tahmin edilmiş bir gelecek de olsa kim
görüntüyü tercih etmez ki?’’
‘’Ben etmem sanırım. Ya da sen
etmezsin. Birimizi bir diğerimizden ayıracak değiliz şu an değil mi? Hem nedir
aklını karıştıran? Yine en kesif halimle vücut bulduğuma göre sen kaybolmuş
olmalısın. Hissediyorum kendimi. Parmak uçlarımı derime batırdığım vakit keskin
bir acı hissedebiliyorum. Bir iç sesin beşeri bir acıyı hissetmesi sence de
biraz garip değil mi?’’
‘’ Değil! Ya da değil sanırım. İkisi
de aynı yola çıkıyor. Ama ikinciyi söylediğimde biraz daha rahat hissediyor,
duruluyorum. Hem konuyu dağıtma şimdi 16 saat daha beklemem gerekecek ve bunun
yegane sebebi sensin!’’
‘’Anlamadım?’’
‘’Tren diyorum. Günde iki kere
geçiyor buradan. Kendi çıkardığım sesler dışında burada duyabildiğim tek ses bu
tren sesi.’’
‘’Tren olduğuna emin misin? Ben
bir ray falan göremiyorum. Bir pencere dahi yok açıkçası. Duvarlar öyle
kenetlenmiş ki birbirine.’’
‘’Duymak istediğin bir ses
olduktan sonra rayın ne önemi var? Ya da tren! Varmış yokmuş kimin umurunda. 16
saat sonra yine gelecek. Lütfen bu sefer sessiz ol.’’
‘’Amacın ne peki? Yani bir ses
sadece. Gerçekliği bile şüpheli. Her gün gelen bir trenin sesi. Tabii dediğine
göre.’’
‘’Olsun önemli. Rutini bozacak
bir ses, bir ışık belki. Duvarların kelimelerle hayal ediyorum. Dokundukça parmak
uçlarıma gelen pürüzlerden cümleler çıkarıyorum. Işık ve ses! Yaşam emarelerini
ne güzel de temsil edermiş. Hissedemiyorum! Hissetmek için 8 ve 16’şar saatte
bir gelen o sesleri bekliyorum.’’
‘’Biliyor musun bence
abartıyorsun. Yani 4 sene geçmiş düşünebiliyor musun? 4 sene! İşi saniyelere
döktüğünde ne büyük bir zulüm! Bütün rakamları birbirine bağlaman gerekiyor
ifade edebilmek için. Ve dört senedir bu iki sese kulak vermekle geçti ömrün.’’
‘’Bu değil sadece. Birçok sese
kulak veriyorum. Duyduğum, duymuş olduğum seslere tekrar dinlemeye alıyorum,
hayal ediyorum. Aslında tek bir amacım var. Renkleri hatırlamaya çalışıyorum. Son
duyduğum silah sesi griydi mesela. Onun ‘’görüşürüz’’ demesi yeşildi,
hatırladığımda huzur doluyordum. Hıçkırıklara boğmuştum bir gün laciverte
büründü her yer. Ardından mendiliyle gözlerini silip tebessüm ettiğinde mendilin
çıkardığı ses masmaviydi. Güzelim elbisesinin rüzgarla muhabbeti yeşildi. ‘’Aradığınız
kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz’’ biraz daha koyu
bir griydi. Rengi ne olursa olsun rujunun ve bilimum makyaj malzemelerinin
vücuduna temasının sesi kırmızıydı kesinlikle. Utandığında pembeleşen yüzüne
vuran hafif serin rüzgarın rengi de. Umut kesmiş bir ifadeyle son bakışı, topuk
sesleri ve demirin yüzüme kapanışı bembeyazdı, kör etti. Ardından dakikalar
sonra geçen trenin sesi simsiyahtı. O günden sonra renkler gitti, bir tek
kelimeler kaldı. Siyah bir renk değil anlıyor musun? Bir rengi olmalı! O rengi
duyunca o anı hissetmeliyim. Şimdi her simsiyah ve ben her an o anı
hissediyorum! Siyah bir renk değildir ne olur anla beni. Siyah yokluk ve
boşluktur. Işığın olmaması, renklerin kendini açacak yer bulamamasıdır. Bir tren,
bir ray ve o sesler varsa renkler de olmalı…’’
‘’Bu o kadar önemli mi senin
için. Yani bir rengi olsaydı manalı olacak mıydı? Ya da sona erecek miydi bu
hikaye de?’’
…
‘’Renkler yokken emin olamıyorum.
Bilmek, hatırlamak ve tekrar yaşamak istiyorum. Devamlılığın, kesintisizliğin
ve mütemadiyen süren dinamiğin son bulup kesik kesik vücudumda doz doz
yansımalarını tekrar tekrar yaşamak istiyorum. Sürekli aynı tonda olan aslında
yoktur. Var olsun istiyorum. Yok olduğunda üzülmek, varlığını bulunca
gülümsemek istiyorum. Şimdi hep var bu karanlıkta ve yokluğunun hiçbir zaman
diliminde vücuda gelmemesi yokluğunu da daim kılıyor. Ben bunu istemiyorum. Yaşamak
istiyorum ve her şey bu sesin renkte yansımasına bağlı. Eğer duyabilseydim,
görebilseydim o sesin rengini…’’
…
‘’İnanacaktım… Varlığına… Yaşadığıma… Henüz ölmediğime… Henüz ölmediğine…’’
‘’İnanacaktım… Varlığına… Yaşadığıma… Henüz ölmediğime… Henüz ölmediğine…’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder