Eğitim
sistemimizin bir türlü oturtulamamasının sebeplerinin bir diğer ayağı –aslında en
önemli ayağı- öğretmenlerimizden bahsetmek istiyorum. Öğretmen psikolojisini ve
geçmiş yaşantısını genel hatlarıyla incelemek durumu saptamak ve üzerine
tartışmak adına mantıklı bir adım olacaktır.
Günümüze kadar kafamda canlanmış
olan öğretmen profilini kabaca ikiye ayırmak istiyorum. İşine memuriyet gözüyle
bakan ve kuralları icra etmek dışında vicdanen bir yükümlülük hissetmeyen
öğretmen, işinin hakkını vermeye çalışıp sistem içinde eriyip gitmeye mahkum
olan öğretmen. Aslına bakarsanız iki öğretmen tipi de farklı yollardan aynı
sonuca ulaşmakta, bilgi aktarıcı –google-
rolünde sabit bir yaşam tarzıyla 40 dakikalık periyotlarla emekliliğe
sürüklenmektedir. Yani sonuç olarak –şu an için- eğitim adına hiçbir işe
yaramayan bilgi yığınlarından ibaretiz.
Bu sorunun temellerine kafa
yorduğumda ilk aşamada karşıma çıkan sorun eğitimsizliğin kendisi çıkıyor. Şöyle
ki öğretim hayatımızın hiçbir döneminde eğitimle karşılaşamıyoruz,
karşılaşmadık. Aslında eğitim diye adlandırdığımız şeyin çok büyük bir kısmı
öğretim. Yani bir çocuk anasınıfından itibaren yoğun bir öğretim sürecinden
geçiyor, belirli alanlarda öğretimine derinlik katıyor ve o alanda uzmanlaşıp o
uzmanlığını icra ediyor. Aynı şekilde öğretmenlerimiz de bu öğretim sürecinin
başından sonuna kadar eğitimden yoksun yetişiyor, eğitimin ne olduğuna dair
teorik birkaç söylemden fazlasını ortaya koyamıyor. Aslında üniversite
yıllarında dahil olduğu fakülte de bir öğretim fakültesi. Kısacası kavram
kargaşası yaşıyoruz. Eğitim adına öğretim yapıyor, öğretim satıyoruz. Bunu tespit
etmesi zor değil.
Öğretmen toplantılarının genelinde ulaşılmak istenen hedef
derslerde bilgilerin en etkin şekilde çocuklara nasıl aşılanacağıdır. Buna
verilen önemin haklılığını şu an için hiçbir öğretmen inkar edemez. Hatta genel
ahlak, davranışlar ve tutum geliştirme adına çok çok az konuşulur. Çünkü konu
açıldığında öğretim boyutu çoktan konuşulmuştur ve toplantının bitme vakti
öğretmenlerce çoktan gelmiştir. Veli görüşmelerini ele alalım mesela. Açıkçası pek
hoşlanmıyorum bu görüşmelerden. Çünkü genel anlamda çocuğun derslerde bilgi
düzeyinin nasıl olduğuna dair meraklar giderilmeye çalışılır. Veli gözünde de
öğretmen gözünde de önemli olan budur. Çoğu zaman dersine girdiğim öğrencilerin
kitap okuması ve kendini ifade edebilmesinin yeterli olduğunu dile getiriyorum.
Bu açıklamayı yaparken yaşadığım tedirginliği ömür boyu yanımda taşımam
gerektiğinin farkındayım. Çünkü açık açık okul ortamının bütün paydaşlarının
hemfikir olduğu en büyük ortak nokta bilgi düzeyi. Bu aşamada hiç kimseyi
çocuktaki davranış ve yönelim üzerine konuşup kitap okumanın yeterli olacağıyla
ikna etmek mümkün olmayacaktır. Çünkü bu konuşma çocuğun bilgi düzeyiyle ilgili
bilgi vermeyecektir.
Öğretmenler olarak almamış –alamamış- olduğumuz eğitim
eksikliği işimizle ilgili tüm alanlarda kendisini belli etmektedir. Dürüst olmakta
fayda var ders, teneffüs ve diğer zamanlarda aklımızdaki tek soru işareti
bilgiyi öğrenciye aşılamakla ilgili. Başarıyla ilgili temel kıstaslarımız da
aynı. Çünkü eğitimin bu olduğuna yürekten inanıyoruz. Bizden bunun istendiğini
de düşünüyoruz basit benzer kalıplarla. Arka sırada sıkılan, teneffüste kavga
eden, derste pencereden dışarıya bakan çocukla ilgili bir özelliğini değiştirme
imkanımız olsa uslu durup çalışkan olmasını dileriz herhalde. Çalışkan
kelimesinin karşılığı da bilgi düzeyiyle orantılı tabii ki. Öğretmenle ilgili
sorunların başında bu gelmektedir.
Öğretmenlik sabır, özveri, olgunluk, anlayış … gibi birçok
özellik gerektiren bir meslek. Ne yazık ki özellikle günümüz öğretmenlerinin bu
özelliklerin çoğundan yoksun olduğunu söylemek zorundayım. Zor bir meslek kabul
etmek gerekir. Zihinsel olarak hayatının tümünden fedakarlık etmek gerekir. Daha
bilişsel ve duyuşsal olarak sürekli ilerlemeyi gerektiren bir meslek. Değişime ve
gelişime muhtaç bir alan. Süreç içinde en katı kalıpları bile kafanda eritip güncellemen
gerekir. En büyük sorunlarımızdan biri de bu. Öğretmen kişi artık kendini
geliştirme ve değiştirme ihtiyacı hissetmiyor. Bu değişim ve gelişimin zihninde
vicdani bir karşılığı yok ne yazık ki. En basit örneğini şu şekilde
verebilirim. Günümüzde eğitim adına köklü bir değişime gidilmeye çalışılıyor. Büyük
oranda bu değişime öğretmenin ayak uydurma gibi bir hevesi yok. Görüş talepleri
kopyala yapıştırla gideriliyor. Değişim ilkeleri çoğu öğretmen tarafından
incelenmedi bile. Yani öğretmenler memnun olmadıkları sistemin devamlılığında
bir şekilde ısrarcı. Uzayan toplantılardan, uzayan eğitimsel! Aktivitelerden memnuniyetsiz
ve bunu dile getirmekten de çekinmiyor.
Öğretmen çocukla sohbet etmiyor. Doğa üzerine konuşmuyor. Onunla
oyun oynamıyor. Sohbet konularında müfredatın dışına çıkmıyor. Hayallerine ortak
olmuyor. Farklı konulardaki hayal gücüne ve heyecanına ortak olmuyor. Tabiri caizse
çocukla çocuk olmuyor. Onun kaygı, sıkıntı ve sorunlarıyla tam anlamıyla
ilgilenmiyor – üstüne mont, sırtına çanta, evine makarna aldım kısımlarını
kastetmiyorum-. Tabii ki öğretmenlerin de insan olduğu gerçeğini göz ardı etmiyorum.
Öğretmenin bu noktalara yönelimi konusundaki isteksizliğinden yakınıyorum. Aslında
bu noktalara eğilimdeki eksikliğin bir sonucudur okuldan zihnen uçup giden
öğrencilerin varlığı.
Okul şartlarını bahane ediyoruz. Okul şartlarının
zorluğunun tek haklı noktası okul idaresi ne yazık ki. Bu aşamada idarecilerin
çıkardığı zorluk ve katı çerçeveleri en kabul edilebilir bahaneler arasında
görüyorum. Bunun dışında mekansal yetersizlik ve sorunların zorluk derecesini
artırsa da eğitimi büyük oranda etkilemeyeceğini düşünüyorum. Öyle ki çocuk her
şartta oyun oynamanın ve çocukluğunu yerine getirmenin gereklerini kolaylıkla –zevkle-
yerine getirebiliyor. Zorlu şartlar da olsa çocukların zihinsel idmanına
rehberlik etmek, doğayı , çevreyi, dünyayı, yaşamı tanımada yol gösterici
olmak, hayal gücüne ufak ufak yollar açmak son derece mümkün. Ama ne yazık ki
bu saydığım maddelerin birkaç tanesine biz de yabancıyız. Yaşam ile ilgili
çerçevemiz ne yazık ki son derece dar.
Saydığım ve saymakla bitiremeyeceğim bu tür sorunlardan
nasibini en çok alan derslerin başında müzik, beden eğitimi ve resim dersleri
geliyor. Çünkü diğer dersler öğretime yatkın olduğu için toplumca kabul görse
de bu dersler eğitimi şart koştuğu için göz ardı ediliyor. Çünkü bu derslerde
çocuğu eğitmek, tutum geliştirmek, ahlak kazandırmak ve süreci takip edip
yönlendirebilmek olmazsa olmazlarımızdandır. Ve bu alanlar -genel kanı- ilerde para etmeyecektir. Bu derslerin ne
yazık ki kimsenin gözünde değeri yoktur. Öğrenciler en çok bu derslerde
rahatsız edilir ve bu derslerden alıkonur. Bu derslerin getireceği becerilerin
çocuk üzerinde yaratabileceği ruhsal ve zihinsel evrimleri kimse kafasında
tasarlayamamaktadır.
Bu konuyla ilgili yazıda belirtemediğim birçok unsurun
doğurduğu bir sonuç vardır. Yetiştirdiğimiz nesiller – en iyi ihtimalle- bilgi
sorularını anında cevaplayan, sorgulamayı bilmeyen, neden zevk aldığını,
hayatın ne olduğunu, nasıl yaşanması gerektiğini, nasıl mutlu olacağını
bilmeyen insanlarla dolu olmaktadır, olacaktır. Hayat dediğimiz şey paradan, işten,
eşten, evlilikten, evden ve arabadan biraz daha fazla sanki. Ve sanki biz de
bunlarının hiçbirinin farkında değilmiş gibi davranıyoruz –ya da bilmiyoruz- .
Ne dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder