3 Şubat 2014 Pazartesi

Pencere Kenarında Ölümü Beklemek... (Yaşlılık)

PENCERE KENARINDA ÖLÜMÜ BEKLEMEK…





Zordur ölümü beklemek, bir yatağın ucuna oturup pencereyi izlerken…
Zor gelmişti yaşlılık, yetmiyordu yaşam enerjisi günlük ihtiyaçlarını karşılamaya. Ses etmiyordu da anlatmaya kalksa anlatamazdı şüphesiz. Göz yummuştu bu duruma. Alışmıştı belki kabullenmişti bilinmez. Arada döverdi kendini fazla taşımayan dizlerini. İsyanı kendine eziyetinden öte geçmezdi, yakarırdı arada da al artık canımı diye. Korkuyla yükseklere bakardı derken. Yukarda olduğu söylenmişti yaratanının. Dilim dilimden anlamaz kendi kendine konuşur da sen idare ediver der gibi arardı tanrısının gözlerini. Bir gözü katarakttan tamamen kaybolmuş, bir gözü diğerine nazaran daha iyi görmekle birlikte buğulu görüntüleri lütuf sayardı. Ölümü unutmadığı zamanlarda hep uzaklara bakardı. Gelen de olmazdı bu saatten sonra.Ya Azrail ya da yaratanı gelir diye düşünür, korkardı.  Arada aklına kimlerin ardından ağladığını düşünürdü de güçsüz sağ elini o zamanlarda kaldırıp önündeki anıları silkelerdi gözleri önünden. Yaşamış en hüzünlü şarkı, yıllanamamış bir şaraptı artık.

Zordur ölümü beklemek, hazır değilsen. Yapamamışsan yapmak istediklerini, gidememişsen yürüdüğün yolun sonuna, sevememişsen sevdiklerini bilerek ve isteyerek. Kavgayla geçmişse ömrün, iki yakaya da yaranamamış bir düğmeysen eğer ve kavuşturamamışsan bu iki küskün yakayı…
Hiç sevildiğini hissetmemişti. Sevmemişti de belki hiç. Bir oğlu vardı, kendinden bir parçaydı ondan severdi onu da. Hiç sokağa çıkmamış, hiç merak edip araştırmamış, dış dünyayı parmaklarının ucunda hissetmemiş olsa da yapamamak ayrı bir acı, yılgınlık veriyordu. Dediğim gibi isyan edemezdi, korkardı tanrısından ve dizlerini döverdi. Ne kendini gerçeğin kesifliğinden kurtaracak masalları vardı ne de zamanını hoşa geçirecek edebiyatı. Tv programlarını dinlerdi arada, şanslıysa da insan varsa yanında onlara dünyayı zindan ederdi, bir de ufak tefek işleri yapmaya çalışarak mutlu olurdu. Dünyayı sorsan evinden Ankara kadardı. Bildiği isimlerden bir sınıf dolmazdı belki cahildi de. Okuma yazmayı bilmezdi de ama ölüm nasıl bir şeydir, Azrail nasıl beklenir bilirdi. Ölümü beklemeyi bilmek için alim olmaya gerek yok belli ki dünya bilgini de olsa azraili beklerken tüm insanlar cahildi.

Gün boyu pencere önünde bekliyor, kimin yanındaysa yanında olmayanları özlüyor. Pencereden dışarıyı izliyor sürekli – özellikle de geceleri-. Eskisi gibi boş da bakmıyor artık, bakışları manalı. Cahil boş bakışının yerini insan içgüdüsünün doğasında yer alan bilgiç bakışa bırakmış. Bir yandan da kendisine atılan kazıkları, hayırsız evlatlarını, kendisine çektiren kumasını ya da beylik laflarını düşünüyor belli ki. Kendisine verilen değer ya da ilgi konusunda bilgisi olmasa da memnuniyetsizliği içgüdüsel fark ediyor insan. En büyük hayalini sorsan ölmemek der.Öyle ya çıkıp gezmese de dünya malına topraktan daha meyilli insanoğlu. Bir de Ankara’ya gitmek der tabii – Ankara’da olsa dahi-.
Yaşlanmaktan korktuğum zamanlardayım. Acizliği de hiç sevmem, insan acizliği gelince başa çekiliyor. Bardak da tutamasan ruhunu tutmak istiyor insan. Belki toprağın soğukluğu korkutuyor bilinmez de hapis hayatı yaşamadığını iddia edemez kimse. Kontrol ettim, yine uyumamış. Görünmeden yokladım gözlerimle yüzünü, yine aynı hüzün… Gece vakitlerini pek bir seviyor artık. Hazırlıksız yakalanmak da istemiyor belli ki. Bir ölüm vakasından ziyade yaşlılık vakası daha hüzünlü gelmiştir hep. Dünyanın gerçekle hakikat arası araf olduğu, iki dünyaya da iki beden düşük gelinen zamanlar.


Her ölüm erken ölüm olsa da genç ölmeyi istemeli her insan. Yaşlı ölmemeyi... En azından lanetlenip dünyada ebedi kalacağını düşündürecek kadar olmamalı… Bir de ne istiyorsa yapmalı, ölçülü olarak ve geç olmadan tabii… Yanlışın azabı can yaksa da fazla sürmüyor lakin yapmadıklarının yapamadıklarının yükünü tüm yaşlılığında çekiyor insan. –pencere kenarında- …

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder