Saldırganlık her bir bireyde
gizil bir dürtü olarak varlığını sürdürmektedir. Birey toplumsal yaşamda yer
edinme, belli bir hedefe ulaşma, kendini gerçekleştirme gibi amaçlarla sürekli
aktivite halindedir. Bu aktivitelerin başarılı olması kişide rahatlama ve kendine
güven hissi yaratırken hedeflenen aktivitenin istenilen düzeyde
gerçekleştirilememesi kişide huzursuzluk yaratmakta, kişiyi saldırganlık ve
şiddet eğilimine sürüklemektedir.
Psikanalist
yaklaşıma göre insan aktivitelerinin temelini id ve süperego oluşturmaktadır.
Toplumsal ahlakı temsil eden süperegonun insanın ilkel, vahşi yanını temsil
eden id ile çatışması gündelik yaşamdaki davranışlarını temellendiren egonun
oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Gündelik rutinde egosunu kontrolde tutan
bireyler rutini bozan aktivitelerin ortaya çıktığı zamanlarda bu dengeyi
sağlayamamakta ve ilkel yanı olan idi ön plana çıkmaktadır. Duygu ve
davranışlarını kontrol edemeyen bireyler içgüdülerine yenik düşmekte ve şiddete
eğilim göstermektedir. Kişinin ego kontrolünü kaybetmesinin temelinde bağlı
bulunduğu toplumdaki gelişmeler ve yer edinme çabası yer almaktadır. Öyle ki
birey yer edinebilmek, gündelik rekabette galip gelmek adına sürekli bir uğraş
halindedir ve bu uğraşta başarısızlık, kişide rahatsızlık olgusu yaratmaktadır.
Bu rahatsızlık hissini giderme adına birey ya başka uğraşlarda başarılı olup bu
rahatsızlığı giderme eğilimine gitmektedir ya bir gruba dahil olup aidiyet
hissi kazanarak rahatsızlığı telafi etmektedir ya da şiddet eğilimine girerek
rahatsızlığın yarattığı kasılmaları rahatlatma yolunu seçmektedir.
Şiddetin
toplumlarda bu denli yaygın olması, toplumun görev ve iş birliği eksenli
ilişkilerine aykırı olan id’inin varlığından kaynaklanmaktadır. Bencil bir
varlığı ortaya çıkaran id toplumla bir çatışma halinde olup kendi varlığını
devam ettirme eğiliminde kontrolü zaman zaman ele geçirmekte ve insanı şiddete
yöneltmektedir. Şüphesiz ki bu noktada toplum ilerlemesinin insanı yeni
görevlere yöneltmesi ve kendini kanıtlama zorunluluğu ortaya çıkarmasının
etkisi büyüktür. Van Valen’in Kızıl Kraliçe Hipotezinde de bahsettiği üzere
evrenin ilerlemesi canlıların aleyhine bir durum olarak ilerleme göstermekte,
kişinin kendini kanıtlama ve bu gelişim ekseninde gelişim göstermeye
yöneltmektedir. Bu gelişim zorunluluğu estetik ve lüks bir ihtiyaç olmaktan çok
yaşamını devam ettirebilmesi için zorunlu bir aktivite gereği olarak hüküm
sürmektedir. Bu durum türler arasında rekabet olgusunu ön plana çıkarmakta ve bu
rekabet kaybeden tarafta huzursuzluk yaratmaktadır.
Kişinin
kendisini gerçekleştirmesi ve aidiyet kazanımının sağlanması adına taraftar
gruplarına dahil olma ve fanatizme yönelmesi durumu yıllardır en popüler
yönelimlerdendir. Bu aşamada birey toplumsal faaliyetlerdeki
başarısızlıklarının ve yalıtılmışlıklarının yarattığı huzursuzluğu bu gruplara
dahil olarak gidermekte, grup psikolojisinin getirdiği şiddet vb. faaliyetlerle
deşarj olmaktadır. Şiddetin bireysel olarak zor ortaya çıkmasının önündeki
engel olan toplumsal kabul olgusu bu grupların verdiği rahatlıkla ortadan
kalkmakta ve şiddeti kendi içlerinde meşrulaştırmaktadır. Bunun yanında
profesyonel sporcunun varlığının temel kaynağı haline gelen spor faaliyetleri
ve kazanma güdüsü sporcunun id’ini ön plana sürmekte ve sporcuyu kazanma adına
yahut başarısızlığı kabullenememe adına şiddete sürüklemektedir. Bu iki şiddet
eğiliminin de temelini eğitim eksikliğinden kaynaklanan süperegonun id
karşısında gelişememesi durumu oluşturmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder