(İYİLER İLK GÖRÜŞTE TANINMAZ)
Emrah Serbes’in son kitabı deli
duman… Romanın ilgi çeken birçok unsuru mevcut olduğu için hangi noktasından
başlamak gerektiğini benim de kestiremediğimi belirtmeliyim. Sanırım ilk
bahsetmem gereken mevzu kitabı Gezi hadiseleri beklentisiyle okumanın yanlış
olacağı üzerinedir.
Karakter
ve kitapla ilgili konuşmadan önce yazar hakkında konuşmak gerekir. Öyle ki
tarzını sevdiğimin yazarı yine akıcı üslubuyla senenin nefretini kitap
vasıtasıyla üzerinden atmış gözüküyor. En azından ben kitabı okurken kitap
bitiminde yazarın stresinden arındığı izlenimine kapıldım. Kitaptaki mevzuyla
uğraşmakla kalmayıp okuyucuya da bol bol sataşıyor, teşvik ediyor ve
yönlendiriyor. Kötü manada değil tabii; adeta gidin görün, İnstagram’dan
kullanıcı gerçekten var mı kontrol edin, Facebook’tan sorun soruşturun diyor. Tabii
bu anlatım tarzı ister istemez samimiyeti de getiriyor. Tabii girizgah bunlar
daha mevzuya geçmedim.
Dediğim
gibi Gezi olayları çerçevesinde okumaya heveslenmek yanlış olur bu kitabı. Kitabı
özel kılan ilk nokta sıradan romanların aksine karakterler bakımından sürekli
dumura uğramanızdır. Yani bir klasiği okurken yahut herhangi bir romanı,
karakter yapısını kafanızda oturtursunuz ve ona göre karakter tutarlı bir
çizgide devam eder. Kafanızda kurduğunuz karakter hayaline fazla müdahale etmez
yazar. Örneğin çocukluk yıllarımdan hatırladığım Harry Potter’ın 4. Kitabında
gözleri çekik bir kız karakter vardı. Filmini de izlememiş olmanın etkisiyle o
karakter hala kafamda ilk canlandırdığım haliyle durur. Ya da Raskolnikov’u
reklamlarda canlandırmasını gördüğümüzde kısmen ilk andan itibaren tahayyül
ettiğimiz gibi çıkmıştı karşımıza. En azından kendi adıma bu şekildedir. Fakat kitabımızdaki
karakterlere baktığımızda durum çok farklı. Nasıl hayal etmiştim de nasıl bir
şey çıktı ortaya demeniz muhtemel.
Akış
sırasına göre karakterlere baktığımızda kız kardeşi kusursuz bir yaratık olarak
tahayyül ediyorsunuz, şişman popüler olmayan bir tip olduğunu anlıyorsunuz; yan
karakter mikrop bilge, fazla konuşmayan, iş bitirici, gıptayla bakılan bir tip
izlenimi yaratırken bir anda ana karakter Çağlar’ı da ezik gösteren, baba döven
garip bir karakter halini alıyor. Aşık olunan kıza gelirsek entelektüel,
kültürlü, herkesçe sevilen tevazu sahibi bir karakter olarak başlıyor, bambaşka
bir yapıda olduğu yine sonradan anlaşılıyor. Göklere çıkan bir karakterin yerin
dibine kadar çakılmasını hayretle seyrediyorsunuz. Her bir karakterin yaşattığı
ikilem kasıtlı ve güzel olmuş. Yanılgılarımızı Çağlar’ın gözünden, gerçekleri
dış dünyadan alıyoruz çünkü bu kitapta. İnceden hayat eleştirimizi de alıyoruz
anlayacağınız. İnsanların gözümüzde nasıl büyümüş ya da küçülmüş olabileceğini,
kutsal bir yapıya yüceltilen bazı insanların aslında ne kadar vasat
olabileceğini vuruyor yüzümüze. Yani bir gecede okuduğunuz kısımla hayalini
kurup yatabileceğiniz karakter ertesi gün tiksindirebiliyor. -Aşık olduğumuz
kadın dünyanın en kutsal varlığıdır şüphesiz ama yine de bir eşin dostun
görüşünü almakta fayda var anlayacağınız. Ya da doğru yapıyorsunuz, her şeyi de
siz bilirsiniz fakat bin bilsen de bir bilene danış sen- diyor kitap buram
buram. (Ya da ben öyle algıladım)
Ana
karakter Çağlar. Yapısı ve anlatımı gereği babacan, ağır ağbi, sayılan sevilen
bir karakter olarak canlanıyor kafanızda. 250. Sayfaya kadar falan da öyle
devam ediyor. Karakterin kendi ağzından olayları aktarmasının kurbanı oluyoruz
yine. Karakterin yapısı hakkında T.C. Senem göz kırpıyor, çadırdaki eylemciler
vuruyor karaktere darbeyi. Kusursuz bir karakter yok anlayacağınız karşınızda,
kendine çuvaldızı batırmayan sizden bizden biri. Aslında karakter olarak bizden
olduğu da söylenemez. En azından bir çoğumuz için geçerli bir yargı. En azından
bu kitapla bir kere daha hatırlayıp bir kere daha uygulayamadığım bir önyargı. Bu
yanlışa hep düşüyoruz. Belli tiplere belli duygular ve davranışlar yüklüyoruz. Apaçiler
lüzumsuz, gözlüklüler inek, kalıplılar babacan vs. kalıplaşmış yargılar dumura
uğratıyor bizi bu kitapta yoksa yazan yazmış olağan durumu. Ana karakter Çağlar
buram buram bağırıyor tiksinerek bakılan birçok insanın da derin duygular adamı
olabileceğini, herkesin sevebileceğini, şefkat ve karakter sahibi
olabileceğini. Karakterin fiziksel yapısını gizleyip karakterini anlatması,
ardından gerçeklerin ortaya çıkması, insan analizinin içten dışa doğru
şekillenmesi gerektiğini ortaya seriyor. Duygu önemli kardeşim diyor, sonra
tipe bakarsın. Bu yargıyı kırmak ne denli mümkün, ne denli doğru varın siz
düşünün.
Tabi
bir de sosyal medya gerçeği var ortada. Sosyal medyanın gücünü bir kez daha
hatırlatıyor kitap. Ve bu gücün aciz bizler açısından kullanılma çabaları
gözler önüne seriliyor. Yeni bir kuşağın kendini ifade etme ve kanıtlama
çabalarını ortaya koyuyor. Etkileşimli iletişimin sanal mecrada tam oturmadığı
bu dönemde bu alanın bu nesilce kullanım amaçları ve beklentilerini yansıtıyor.
İlerleyen yıllarda rayına oturacak bu alanı kargaşa zamanında kullanan ara
neslin küçük bir portresini çiziyor adeta. Bu açıdan dönemsel değerlendirilebilecek
bir romandır gözümde.
Bu
yazıda romanla ilgili olayları ve karakterleri aktarmayı bekleyenler hayal
kırıklığına uğramış olabilir. Onlara söyleyeceğim Emrah Serbes gene kaleminin
hakkını vermiş. Takdirimi ve sevgimi kazanan bir kitabı daha ortaya koymayı
başarmış. Kitap okuyan küçük bir kitle içinden üslubuna aşina olan daha küçük
bir kitleyi –yani bizleri- tatmin edecek bir eser koymuş ortaya. Ot dergide
yazmadığı zamanların ve sabırsız beklemelerin neticesini güzel bir şekilde
aldığımızı düşünüyorum. Üslubu daha sert ve sıradışı, fakat kısa öykülerinde
karşılaştığımız tebessüm ettiren diyaloglara da sıklıkla rastlamak mümkün. Tabii
üslubuna aşina olanlar için geçerli olacaktır bu durum. Yoksa zaten yazarımızdan
yeterince yedik bir sürü küfür, bir de bu yazı vesilesiyle sizden yemeyelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder