Tabiat ve teolojik unsurlar müsaade
eder, ellerim tutar ve aklım hatırlamama müsaade ederse 78 yaşında
yazacaklarımı şimdiden yazıyorum. Neresinden tutarsam rutin bir yazıdan çıkar,
neresinden tutarsam sıradan bir olayda aklınıza gelir de olumlu etkisi olur bilmiyorum.
Bildiğim tek şey tepkisiz kalsanız yahut beğenmeseniz de yazının tamamını
okumuş olmanızdır.
Sene 2008 yahut 2009 olmalı. O zamanki
arkadaş çevresiyle gitmiş olduğumuz tiyatronun adıdır şu an yazmakta olduğum
yazının başlığı. İsmiyle tezat, izlemek için herkesin zamanında yerini aldığı
bu oyunun konusu gayet sıradan fakat vurucu olaylar dizisinden oluşuyordu. Oyunun
genel teması gündelik yaşamda dikkat etmediğimiz bazı ayrıntıların ne kadar
önemli olduğu, olayların algılarımızdan farklı olabileceği ve tepkilerimizin geri
dönülmez sonuçlara gebe olabileceğini hatırlatmak üzerineydi. ‘’Düşün-yap’’ mantığını
‘’yaptıktan sonra düşün’’ mantığına çeviren halkımıza hadi bu oyun hatırına
bugünlük düşündükten sonra yap diyen bir oyun. Kulaklara unutulan, uykudan
uyanıp acı ve yarayla tekrar hatırlanan ufak da bir küpe asmayı ihmal etmiyordu
–‘’GEÇ KALMAYIN’’; bazı şeyleri yapmak için geç kalmayın-.
Rutin ve sıkıcı olacak biliyorum.
Sorusunu yanlış yaptığın sınavın kötü sonucunun bunalımı yarım dönem. Piyangoda
ufak rakamlarla kaçırdığın numaraların pişmanlığı maksimum 30 gün. Kartla ödeme
imkanı varken peşin parayla ödeme yaptığın alışverişin acısı 30 dakika. Tuvalete
girmeden bindiğin otobüsün kıvrandırması –İstanbul ve şehirlerarası hariç- bir
saat. Doğurmak istemediğin bebenin geri dönülmez yolda olduğu sürecin kahrı 9
ay –çok tatlı kerata, ilk aylarda hep çok tatlıdır-. Yarım saati geçmez yarım saatte
bir gelen otobüsü aynada son kez saçını düzeltmek uğruna kıl payı kaçırmanın
verdiği ızdırap. Çünkü telafisi var!
‘’Barışta evlatlar babalarını,
savaşta babalar evlatlarını gömer. Babalar evlatlarını gömmesin.’’sözünü
konuyla alakası olmasa da bu noktada hatırlatmadan geçmeyeceğim. Haberlerde çokça
görmüşsünüzdür ebeveynlerden biri tabut başında ‘’bir kere öpebilseydim güzel
yüzünü vs’’ türlü çeşit yollarla evladına
zamanında göstermediği şefkatin azabını çeker. Pek cazip gelmemiştir vakti
zamanında Cem Özer’in Nurgül Yeşilçay’la ilgili ‘’mutlu olacaksa evlenebilir
saygı duyarım.’’ derken suratındaki dehşeti ve çaresizliği izlemek –zamanında bana
neden bu kadar cazip geldiğini inanın yüzyıllarca anlayamayacağım-. Fazla uzun
yazıp bunaltmak da istemiyorum. Ya telafisi olmayanlar? Yaşın geçtiği için
gidemediğin Capoera kursu, açılamadığın için başkasının açıldığı üstüne üstük
parmağına yüzük beline sıpa takıldığı sıra arkadaşı, gözlerin bozulmadan okumak
isteyip de okumaya fırsat bulamadığın o roman, yalnızlığına sebep olan o büyük
terkedilişi engellemeye yönelik unuttuğun o basit hamle, maratonda liderliği
tekrar ellerine verecek o son gayret, elden ayaktan düşünce hatırlanmamana mani
olacak o ufak teşebbüsler, yıllar önce herkesten
sakladığın tebessümün sonuçlarını değiştirecek herhangi kahrolası bir yol...
yok işte yalnızım, yani yalnızımdır heralde. Bir mum olurdu yanımda maksat
nostalji olsun, kalem, kağıt, pikap ve taş plaklar -ki bunları dahi almamış
olmanın pişmanlığını yaşayacak olmanın ızdırabını düşünemiyorum- olurdu 78’imde
yazıyor olsaydım eğer.
Dostlarım, arkadaşlarım,
büyüklerim, değer verdiklerim yine sıradan olacak ama üzülerek hatırlatmak
isterim; zamanı durdurabilirsiniz –ki aşık olmak en güzel yoludur-,
yavaşlatabilirsiniz yahut hızlandırabilirsiniz fakat ne yazık ki geri
alamazsınız. Tez vakit şu vakittir lütfen telafisi olmayan, bitmiş tükenmiş
sorunları bir kenara atın. Bir seferlik de olsa sorunlarınızı tekrar bir gözden
geçirip yapıcı çözümler düşünün. Sevdiklerinize sevdiğinizi sözlü olarak derhal
hatırlatın –imkan varsa şefkatle onlara dokunun, sarılın. Ekstradan mutlu
oluruz-. Geçmiş ya da geleceğe kızıp-gücenip-üzüleceğinize şimdiği zamanın
verdiği uygun faiz ve taksit avantajlarının keyfini çıkarın. Geç kalmadan, geeç
kalmadan…
Not 1: Biliyorum ucuz NLP ve
psikoloji yazıları gibi oldu biraz. Değer verip buraya kadar sabretmen
gözlerimi yaşarttı. Seni seviyoruz.
Not 2: ‘’Geç Kalanlar’’ oyunu ne haldeymiş diye
bakarken Antalya’da şu an sergilenmekte olduğunu ‘’an itibariyle’’ öğrenmiş
bulunmaktayım. Buraya kadar okumayı başarmış ve yazı tarihiyle bir hafta içinde
Antalya’da olan, gitmek isteyen arkadaşlara bir kez daha eşlik etmekten gurur
duyarım.
Not 3: Oyuna beraber gittiğimiz
arkadaşlardan sanırım sadece bir tanesiyle iletişimim devam ediyor. İplerin
tamamı benim elimde olsa bir tanesi dışında hepsine teker teker sarılabilecek
kıvamdayım. Esefle hatırladık, kulakları çınlasın…
Not 4: Bir dostla birlikte Sait Faik'ten şu ufak hatırlatmayı da eklemek isterim: ''Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, Kağıt kalem aldım oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.''
Not 5: Konuyla ilgili videomuz ekte mevcuttur iyi seyirler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder