24 Mart 2015 Salı

BULANTI


Kısıtlı mutluluk anlarının dışında kalan genişçe zaman dilimini göz kararı ikiye böldüğümüzde küçük olan bölümde yer, zaman ve nesneler insanın kalbiyle midesi arasına sıkışıverir. Mideye yakınlığıyla kusma hissi veren, kalbe yakınlığıyla ufak ritm bozuklukları ve kesif sancılar yaratan bu mevzu ve süreçte beynin realiteden uzaklaşmasıyla birlikte bütün dünyanın o mideyle kalp arasındaki boşluğa nasıl sığdığına akıl sır erdiremiyor insan. Bütün dünyanın daracık bir alana sıkıştığı bu ortamda kelimelerin derin manaları da anlamını yitiriyor, cümle kurmak zorlaşıyor, durumun vahimliği gözler önüne serilmek istense de çoğu zaman düzgün kelimeler seçilemiyor ve bir yazma denemesi daha başarısız bir neticeyle sonuç buluyor.
Yazma kaygısından kaynaklı bir durum değil. Ya da edebi olsun diye değil. Çoğu zaman gecenin geç saatinde gafil avlayan bu hoşnutsuz iç sıkışması halini başka bir kulvara, insana, nesneye yansıtmayı isteriz. Gecenin bir saati herkes uykuda, sağında solunda hareket eden bir can örneği yokken elden gelen en kolay yöntem kağıda, kaleme, kelimelere yönelmek gibi geliyor –idi-. Geliyor idi diyorum çünkü bir metni nizamına uygun hale getirmenin bulanık kafanın işi olamayacağına karar vermiş bulunuyorum. Çok değil bir hafta önce üniversiteden bir hocamla görüşmemde hocamın bir şeyler yazabilmek için duru zihnin gerekliliği tezine şiddetle karşı çıkmıştım. Sıkıntı ve bunalım halinin kalemin mürekkebi olduğuna inanıyordum – ki değilmiş-. Muhtemelen algılanan metinlerin yapı farklılığından kaynaklı bu görüş ayrılığının ortak noktada buluşmasının belli başlı dayanakları var tabii. Kriz anında yazılan metin, akıldan geçen binlerce düşünceden kağıda yansıyan birkaç kelimeden ibaret bir kere. Sırf o kağıdı doldurmak için katlanılan kelimeleri bir araya getirme çabası. Algılama ve uygulamadan kat be kat fazla hızlı olan işlemcinin çalışma temposunda kelimeleri özenle toplayıp bir araya getirmek imkansız olmasa da çok çok zordur. Çünkü o anlarda zihnin duruluğunun yerini çoktan deli çomağıyla karman çorman edilmiş bulanıklık almıştır. Şu an ilk aşamasını bile yitirmiş bir durum vardır ‘’pek çok insan yaratıcı, güzel, edebi düşünür fakat pek azı onu kağıda dökebilir.’’ Elin, beynin ve dilin ürettiklerini kağıda geçirmedeki tembelliğinden kaynaklı bu durum; kelimeleri kağıda dökerken yüzde doksanını da sağa sola dökmesi sonucunu doğurur – süzgeçle su taşıma çabası- . tabii ki bu noktada kimin neyi nasıl yazdığına bakmayacaksınız. Esefle bakmanız gereken nokta kişinin bu sıkıntılı süreçte kendini dizginleme ve arındırma adına verdiği biçare tepinişlerin acıklılığı.

 Burada aktarmak istediğim düşünce, ulaşmak istediğim hedef bu zamana kadarki kötü yazılarıma bir kılıf bulmak ve yazı yazmaktan ötürü edindiğim antipatiyi gidermek falan değil. Aslında iyi metin kötü metin nasıl yazılır ya da yazılmalıdır zerre kadar ilgilenmiyorum. Gözlerinizi iki saniye kapayın ve sağ elinizin ortadaki üç parmağını sol kaburganızın altına güzelce yerleştirin. Yüzük parmağınızın bulunduğu noktaya sıkıca bastırın, yerini iyi kavrayın. İşte noktaya koca bir dünya sığabiliyor arkadaşlar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder