Kısıtlı
mutluluk anlarının dışında kalan genişçe zaman dilimini göz kararı ikiye
böldüğümüzde küçük olan bölümde yer, zaman ve nesneler insanın kalbiyle midesi arasına
sıkışıverir. Mideye yakınlığıyla kusma hissi veren, kalbe yakınlığıyla ufak
ritm bozuklukları ve kesif sancılar yaratan bu mevzu ve süreçte beynin
realiteden uzaklaşmasıyla birlikte bütün dünyanın o mideyle kalp arasındaki
boşluğa nasıl sığdığına akıl sır erdiremiyor insan. Bütün dünyanın daracık bir
alana sıkıştığı bu ortamda kelimelerin derin manaları da anlamını yitiriyor,
cümle kurmak zorlaşıyor, durumun vahimliği gözler önüne serilmek istense de
çoğu zaman düzgün kelimeler seçilemiyor ve bir yazma denemesi daha başarısız
bir neticeyle sonuç buluyor.
Yazma kaygısından
kaynaklı bir durum değil. Ya da edebi olsun diye değil. Çoğu zaman gecenin geç
saatinde gafil avlayan bu hoşnutsuz iç sıkışması halini başka bir kulvara,
insana, nesneye yansıtmayı isteriz. Gecenin bir saati herkes uykuda, sağında
solunda hareket eden bir can örneği yokken elden gelen en kolay yöntem kağıda,
kaleme, kelimelere yönelmek gibi geliyor –idi-. Geliyor idi diyorum çünkü bir
metni nizamına uygun hale getirmenin bulanık kafanın işi olamayacağına karar
vermiş bulunuyorum. Çok değil bir hafta önce üniversiteden bir hocamla
görüşmemde hocamın bir şeyler yazabilmek için duru zihnin gerekliliği tezine
şiddetle karşı çıkmıştım. Sıkıntı ve bunalım halinin kalemin mürekkebi olduğuna
inanıyordum – ki değilmiş-. Muhtemelen algılanan metinlerin yapı farklılığından
kaynaklı bu görüş ayrılığının ortak noktada buluşmasının belli başlı
dayanakları var tabii. Kriz anında yazılan metin, akıldan geçen binlerce
düşünceden kağıda yansıyan birkaç kelimeden ibaret bir kere. Sırf o kağıdı
doldurmak için katlanılan kelimeleri bir araya getirme çabası. Algılama ve
uygulamadan kat be kat fazla hızlı olan işlemcinin çalışma temposunda
kelimeleri özenle toplayıp bir araya getirmek imkansız olmasa da çok çok
zordur. Çünkü o anlarda zihnin duruluğunun yerini çoktan deli çomağıyla karman çorman
edilmiş bulanıklık almıştır. Şu an ilk aşamasını bile yitirmiş bir durum vardır
‘’pek çok insan yaratıcı, güzel, edebi düşünür fakat pek azı onu kağıda
dökebilir.’’ Elin, beynin ve dilin ürettiklerini kağıda geçirmedeki
tembelliğinden kaynaklı bu durum; kelimeleri kağıda dökerken yüzde doksanını da
sağa sola dökmesi sonucunu doğurur – süzgeçle su taşıma çabası- . tabii ki bu
noktada kimin neyi nasıl yazdığına bakmayacaksınız. Esefle bakmanız gereken
nokta kişinin bu sıkıntılı süreçte kendini dizginleme ve arındırma adına verdiği
biçare tepinişlerin acıklılığı.
Burada aktarmak istediğim düşünce, ulaşmak
istediğim hedef bu zamana kadarki kötü yazılarıma bir kılıf bulmak ve yazı
yazmaktan ötürü edindiğim antipatiyi gidermek falan değil. Aslında iyi metin
kötü metin nasıl yazılır ya da yazılmalıdır zerre kadar ilgilenmiyorum. Gözlerinizi
iki saniye kapayın ve sağ elinizin ortadaki üç parmağını sol kaburganızın
altına güzelce yerleştirin. Yüzük parmağınızın bulunduğu noktaya sıkıca
bastırın, yerini iyi kavrayın. İşte noktaya koca bir dünya sığabiliyor
arkadaşlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder