7 Mayıs 2016 Cumartesi

YENİ DÜNYA

Kavga etmeden yol yürümek de güzelmiş! Öyle laf dalaşını yahut fiziksel şiddeti kastetmiyorum. Ruhu zedeleyen, zihinleri yoran büyük münakaşalar... Kabul etmeliyim hedeflediğim noktalardan uzaklarda, düzeltiyorum çok uzaklarda bir noktaya istiflendim. Sessiz, sakin, gürültüsüz yineleniyorum.
                Bu zamana kadar olumsuz düşünmeyi öğrendim. Ya da kendi tabirimle hayatla mücadeleyi. Belirli hedeflerim doğrultusunda tırnaklarımla kazıyarak bir yermeye gelme çabalarımı… İlginç bir olay oldu sonra. Sihirli bir çubuk dokundu. Yok öyle demeyelim. Sihirli bir parmak dokundu. Sihirli yüzlerce minik parmak… Biri için mücadele etmekmiş insanı büyüten bunu öğrenmemiştim daha. Zaten böyle bir fırsat da geçmemişti elime. Kendimi kurtarmam gerektiği çınlıyordu kulaklarımda. Onlarca kişi de bu yönde temennide bulunuyordu. Bu yönde sarmalıyordu dört bir yanımı. Binlerce diye ifade edebileceğim kilometreler girdi sonra araya. Bir duvar, bir set ördü kendimle ilgili kaygılara. Kendim, üzdüklerim, geçmişim, adıma duyulan kaygılar… Hiçbiri katlanamadı onca yola, ardımda kaldı. Kaderimin ortak çizildiği dostumla ben kalakaldık baş başa.
                Keskin çizgilerle çiziliyor hayatın en kesif dönemeçleri. Bu kesif dönemeçlerin ardını görmüş bulunuyorum. Ardımı görmem mümkün değil. Eski yaşantımda yadırgadığım ne varsa yapmaktan zevk duyuyorum. Eskiden yaptığım yanlışlara da tekrar düşmüyorum. Keşke yapmasaydım demek de haksızlık olur. Hayıflanmıyorum da o kadar. Bu kadar kalbi yumuşak değildim mesela. İçim öyle kolay kolay ısınmazdı. Isınıyor artık. Günlerimi, saatlerimi, dakikalarımı kendim için değil öğrenciler için harcamayı seviyorum. Onlar adına endişelenmeyi, onlar adına tasarruf yapmayı, onlar adına planlar yapmayı, onlar için çalışmayı… Kendime ayırdığım haftasonlarını sıkıcı buluyorum. Eğlenmiyorum desem yalan olur, pazartesi sendromu dediğiniz şeye kavuşmayı iple çekiyorum yine de. Kendimle kavga etmiyor, kavga eden miniklerin kavgasına müdahil oluyorum. Kitaplarını değiştirmek için çırpınışları oluyor en büyük baş ağrılarım. Diğer öğrencileri kıskandıkları için tavır koymaları oluyor çektiğim en büyük kapris. Henüz vücut bulmamış kütüphaneleri oluyor gece gündüz derin derin dalmama sebep. Büyük büyük binalardan sıyrılıp kışın karlı tepelere tırmanıyor, baharda yeşil çimenler arasından varıyorum o güzel tepeye. Rahatsız etmiyor hiçbir gündelik sıkıntı o kadar. Çiçekler ve sevgi dolu -defterden kırpılmış- ufak notlar geliyor her gün. Ve ben hiçbirini atmaksızın saklıyorum (kaynaştırma öğrencimin anlamsız karalamaları dahil).
                Değişim, mutlak değişim, mutlaka değişmeli. En güzel çağlarımı yaşıyorum itiraf etmeliyim. Gündelik klişelere düşmeden bu güzel dünyayı sizlere anlatmalıyım! Güzel bir tepeyi tırmanıyorum her gün evvela. Ayaklarım yere bastığı vakit sevgi koridorundan aşarak varıyorum iş yerime. Kapı önü, koridorlar ve bütün odalar senin için bir şeyler yapmaya çalışan, konuşmak ve sevmek-sevilmek için can atan minik canlılarla dolu.  Ve bu küçük yalıtılmış dünyada sevdiğimi, sevildiğimi hınca hınç hissediyorum. Sevdiklerim dışında dış dünyada hiçbir şeyi özlemiyorum mesela. Belki biraz Ankara… Zaman ilerliyor ve ben altın çağlarımı yaşadığımı hissediyorum. Bunun farkına vararak, farkında olarak geçiriyorum her bir saniyemi.
                Büyüyor insan ha bire. Ben yine büyüdüğümü hissediyorum. Daha doğal, daha sakin bir şekilde. Ve ben daha önce yadırgadığım ne varsa tekrar tekrar yapıyorum. Gururla, şevkle ve doyumsuz bir hazla… Evimi, yurdumu, ev arkadaşımı, işimi ve işime bağlı her bir unsuru seviyorum. Beni bunları yazmaya iten neydi peki? İyi olduğumu bildiğinizden ve mutlu olduğumdan emin olmanızı istiyorum.  Ve teşekkür etmek istiyorum. Daha önce yüzlerce kez isyan etmek için kullandığım yine aynı kanalla. Ve bu yola çıkma eşiğinde kaybettiğim eniştemi çok özlüyorum. İlk farkeden de o olmuştu yüzümdeki gülümsemeyi. Gülerek anlatacağı, gurur duyacağı bir hayatı yaşıyorum. Eminim yattığı yerde o da hakettiği rahmete kavuşacak, dualarımızla huzur bulacaktır.
                Kendimden geriye ne mi kaldı? Ben, sevdiklerim, dostlarım, geçirdiğim güzel günlerim, minik öğrencilerim ve ardı arkası kesilmeyen devrik cümlelerim. Bir de her birini canı yürekten sevdiğim öğrencilerim…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder