27 Mart 2017 Pazartesi

KÜLTÜR MUTASYONU


                Herkesin diline pelesenk olmuş bir kavram ‘’kültür yozlaşması’’. Peki bu süreç nasıl işliyor? Nasıl işliyordu? Aslında herkesçe kısmen bilinen yahut hissedilen bir çizginin dışına çıkmadan hatırlatmalarda bulunacağım.
                Kültür kavramı toplulukların yaşam standartlarının ve alışkanlıklarının bir bütünü olarak karşımıza çıkıyor. Yani şu şekilde, ya da düzeltmek gerekirse şu şekilde idi. İnsanlar topluluk halinde yaşıyor; hayatlarını kolaylaştıracak bilgileri, becerileri, gelenekleri görenekleri ediniyor ve bu birikimleri bir sonraki nesle aktarmakla mükellef oluyorlardı. Toplumun dokusunu inceleyerek belirli yargılara ulaşmak son derece mümkündü. Bölgesel göçlerde dahi farklı bir yapıya ulaştığını hissetmek mümkündü. Bunun yanında ülkeler arası kültür farkı ve bunların insan doğasına yansıması konusunda da büyük farklılıklar mevcuttu. Doğa ve fiziki şartlar insanların yaşamlarına doğrudan etki ediyor, insanların yaşam tarzları ve standartları bu farklılıklar etkisinde şekilleniyor, farklı bir vücuda bürünüyordu.
                Peki aynı coğrafyada yaşayan insanların nesilden nesle farklılıkları nereden geliyor? Yani bir üst nesle baktığımızda daima farklılıkları büyük oranda hissetmek mümkündür. Üst nesil alt nesli bozulmakla, alt nesil üst nesli geride kalmakla suçlar. Bu noktada üst neslin kaygıları, alt neslin de fikirleri mantıklı olandır. Yani üst neslin tarih boyunca edinilmiş olan birikimleri bir sonraki nesle aktaramamış olma düşüncesi, kaygısı, telaşı yerindedir. Çünkü ardından gelen ‘’zibidi’’ olarak tabir edilen neslin bunca yıllık birikimi tek celsede yerle yeksan edecek hareketlerini sezmek, belirli konularda yenilik çabalarına karşı kaygı duymak gayet normaldir. Bunun yanında yeni nesil çift yönlüdür. Yani ayakkabılarını çıkarıp eve girdiğinde bir üst neslin himayesindeyken okula ulaşıp derse girdiğinde, arkadaşlarıyla oyun oynadığında kendi neslinin duvarlarını ilmek ilmek örmektedir. Çocuk beslenme çantasına, ceplerine, kafasına, üstüne başına gelenek göreneklerini koyup okula getirmekte, okulda öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla bunu yeni yapı taşlarıyla yeniden üretmekte ve ürettiklerini eve götürmektedir. Yani sabah evden çıkan Ahmet’le eve giren Ahmet asla gün be gün birbirini tutmamaktadır. Bu korkulacak bir şey de değildir. Ahmet yıllar boyu kültürü üzerinde taşımakta ve yıllar süren emekle bir önceki neslin kültürünün güncellemesini yapmaktadır. Her çağda olduğu, olması gerektiği gibi… Buraya kadar her şey normal. Peki sıkıntı nerede başlıyor?
                Yakın zamana kadar kültürün gelişimini belirli boyutlarda açıklamak mümkündü. Yani kültür belirli bir sistem içinde gelişim gösteriyordu. Topluluklar arasında dikey bir kültürel kırılma mevcuttu. Nesilden nesle bir kırılma. Sonradan gelen nesil bir önceki neslin alışkanlıklarını büyük ölçüde alıyor, gereksiz yahut geride kalmış kısımları ortak bir mutabakatla tarihin derinliklerine gömüyor, gerekli gördüğü kısımları düzeltiyor yahut eklemeler yapıyordu. Bu şekilde kültürel bir bozulma olarak kaygı duyulan süreç sağlıklı bir gelişim, kültürel büyüme halini alıyordu. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur. Kültürel kırılmanın boyutları.
                Yakın zamanı yine göz önünde bulundurmayarak şunu söylememiz mümkündür. Evet kültürler gün be gün değişiyor. Hatta zamanın bazı evrelerinde büyük kırılmalar da yaşanıyordu. Fakat tarihin bu büyük döneminin tamamında dikey bir kırılma mevcuttu. Yatay bir kırılmadan söz etmek mümkün değildi. Alt ve üst nesille çatışma halinde olan nesil hiçbir zaman kendi içinde kırılmalar yaşamamış, kendi içinde farklılaşmamış, anlaşmazlığa düşmemişti. Daima kendi içinde bir mütabakata varmıştı. Taa ki sanayi devrimiyle başlayan, dünya savaşlarıyla ivme kazanan doksanlı yıllarla kıvama erişen, internet çağıyla zıvanadan çıkan döneme kadar. Sanayi devrimiyle varlık sahibi olmayı öğrendi insanoğlu. Dünya savaşlarıyla bireyciliği, doksanlı yıllarla farklılaşmayı, internet çağıyla da yalnız kalmayı öğrendi. Tarih çağlarında binlerce yılda sağlıklı bir şekilde anca edinilecek tecrübeyi bir nesilde öğrenmeye kalktık. Teknoloji insanlığın peşinden koşarken bir anda insanlık teknolojinin peşinden koşmaya başladı. Bu acele yetişme çabası tarihin alışık olduğu şekilde toplumsal olarak da olmadı bu sefer. İnsanlar tek tek yetişmeye çalıştı, mütabakata varamadan, aklıselim gidişatı yorumlayamadan. Yoğrulmuş bilgilerin yerini safsatalar aldı. İnsanlık dört bir yandan bilgi bombardımanına maruz kaldı. Tarihsel bir aydından daha çok bilgi sahibi oldu insanlar; doğruluğu, birbiriyle ilişkisi ve yararı olmayan, o kadar da kesin olmayan bilgiler. Sanal gettolarda büyütüldü beyinler tek tek. Topyekün gelişim ve ilerlemenin yerini dağınık bir var olma çabası aldı. Fikir akımları bir bombanın şarapnelleri gibi dağıldı dört bir yana, paramparça oldu. İnsanlar bu parçaların birkaçını birleştirerek suni bir hayat felsefesi edindi. Bu felsefeyi dahi yaşayacak zamanı olmadı sonra. Ait olmak istedi insanoğlu, bir yerlere, küçük gruplara sığındı. İnsan da fazlaydı artık, aidiyetini devam ettirmesi için koşulsuz kabul etmesi gerekiyordu gruba dair ne varsa. Öyle de oldu. Düşünmeye zamanı da yoktu zaten insanoğlunun. Öyle de yaptı. Böylece topluluklar da birlikte yaşamak dışında ne varsa terk ettiler yahut hiç dahil olamadılar. Sonra özlediler. Geçmişi özlediler. Nostalji adına özledikleri ne varsa son görebildikleri ‘’kültür sandıkları’’ kültür kırıntılarıydı belki.
                Gelecek nesil adına kaygılanılması gereken bir dönemdeyiz. Çünkü tarih artık toplulukların önlem alabileceği bir düzende evrilmiyor. Ya da alışkanlıkları ölçüsünde hareket etmiyor. Eskisi kadar yavaş da değil. Kendini koruyacak kudreti de yok zaten. Topluluklar o kadar da toplu değil hem. Küçük küçük kırıntı halinde yaşamaya başladı insanlar. Bunun temelinde nesiller arasındaki (teknoloji ve tarihsel sürece bağlı) yatay kırılmaların olduğu aşikardır.

                Tarihsel gelişimde kültür şekillenmesini asla tamamlanmayan sürekli yükselen bina gibi düşünün. Binanın her bir katı bir nesli temsil eder. Yirmi kat çıkılmış bir bina inşaatı düşünün. Yirmi birinci katında tuğlaları bir üst kata gidecek şekilde dizmeye başlamadığınızı düşünün. Ya da aşağı katla uyumlu olmayan bir şekilde yanlara açılacak şekilde dizildiğini…Yirmi kat çıkılmış bina artık yanlara doğru düzensiz bir ilerleme sağlıyor. Bu binanın geleceği açıktır. Yirmi birinci kat zayıf olursa kendi içinde yıkılacak, ağır gelirse tüm binayı yıkacak. Mehteran adımları iki adım ileri gitmiş insanlık artık üçüncü adımını atacaktır. Geriye doğru!   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder