23 Ocak 2014 Perşembe

ALDIK SELAMINI BÜYÜK ÜSTAD (ARA GÜLER)

Ara Güler’in muhabbet arasında gelmişti de ‘’sahte’’ ölüm haberi derinden yaralamıştı. Öyle ya fotoğraflarını geç tanıdığım bu güzel üstad, kısa süren fotoğrafçılık denemelerimin yol göstericisi olmuştu. Bir yandan fotoğraflarını incelerken bir yandan hayatına dair sıra dışı kesitlerle büyülemeyi başarmıştı. Tabii çok da kızıyordu yeni dönem sanatçılara. Fotoğrafı makine çekmez, fotoğrafçı çekerdi.

"Ne adamlar var!
Bana soruyorlar; 'Sen ne marka makineyle fotoğraf çekersin?' diye. Fotoğraf makineyle mi çekilir? Şimdi en iyi, en gelişmiş daktilo bende olsa en büyük yazar ben mi olurum? Roman daktiloyla mı yazılır?
Arkadaş (gözleriyle kalbini göstererek), fotoğraf burayla, burayla çekilir. Ben Singer dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim! Şunlara bak. Alıyorlar Leica'yı, Canon'u, Nikon'u ellerine, yola düşüyorlar. Bir köylü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam… Koyun sürüsü mü gördüler. Dur! İki şipşak, tamam… Çadır mı gördüler. Dur! İki şipşak, tamam… Ben bir çobanın fotoğrafını çekeceksem, onunla oturmalıyım, birlikte yemek yemeliyim, gece çadırında kalmalıyım… Onu tanımalıyım. Fotoğrafını ancak ondan sonra çekebilirim. Ara GÜLER"

Fotoğrafçılığı öğrenmenin ilk adımı makineyi öğrenmekten ziyade Ara Güler’i öğrenmekten geçermiş, öğretmişti geç de olsa. Haklıydı tabii güzel fotoğraf güzel makinenin eseri olsaydı güzel bir fotoğraf çıktığı zamanda isimlerden çok makinelerin adı geçerdi. Dili ağır olsa da, lafı gediğine oturtmayı sevse de değer veriyor insanlara ve fotoğraflara, bencillik yapıp çekip gitmiyor öyle. Tanıyor, hangi duygu ağır basıyorsa onu yansıtmaya çalışıyordu. Pişman da olmayacaktı belli ki geçmişindeki kariyerini icra etme noktalarında yaptıklarından. Hoş nasıl olsun hayat anlayışı paralelinde çalışıyordu, güzel işler çıkarırken hikayelerini de saklıyordu karelerin. Yaptıklarından memnun şekilde yatıyor hasta yatağında da yapamadıklarından hayıflanıyordu tek.

‘’ O kadar pezevengi çektim, Charlie Chaplin'i, Einstein'ı, Jean Paul Sartre'ı çekemedim. Onlar mühim adamlardı, onların fotoğraflarını çekebilmeyi isterdim. Ama şimdi kimse kalmadı, Türkiye'nin en meşhur adamını çeksen ne olur? Sınırın bir metre dışına çıksa kimse tanımaz. Ben onlardan daha meşhurum. Ara GÜLER’’

Dili sivri bu büyük üstad bana Can Yücel’i hatırlatır. İşini yaparken yahut sağda solda ana avrat düz gitse kimse garipsemez de yaptığı işin ürününü de kimse cesaret edip eleştiremez. Tabii yaptığı iş konusunda sürekli yanlış anlaşılmalar da olurdu. Fotoğrafçı olarak tanırdı herkes de ısrarla söylerdi ‘’Fotoğrafçı değil foto muhabiriyim. ‘’ diye. Sapla samanı ayırmak lazım tabii.

"Bir patlama olduğunda olay yerine doğru koşan kişi foto muhabiridir, oradan kaçan ise fotoğrafçı. Ara GÜLER "

Makinenin önünden iyi kare yakalamanın yolunu makinenin ardını anlamaktan geçtiğini bize öğreten bu güzel insan hayata dair de muazzam ipuçları vermekten de geri kalmıyordu.

‘’Yaşam, size verilmiş boş bir filmdir.
Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın... Ara GÜLER’’

Malum medyanın gelişmesi haberi hızlı şekilde edinmemizi sağladığı gibi bilgi kirliliği de arttı. Kim ne derse daha çabuk inanır olduk. İnanmak istediğimizden de değil tembellik, üşengeçlik inanmayı kolay kıldı. Bazı insanlarımız ölmeden mezara sokmayı seviyor malum. Biz de üstünü topraklamaya pek de hevesliyiz. Bu ayıbın son mağduru da ‘’Ara Güler’’ üstad oldu. Tabii mağdurların birçoğu çeşitli şekillerde tepkisini koydu ya da esprili yaklaştı. Tabii Ara Güler’in tepkisi biraz daha içten ve sert oldu. Ben de dahil öldü deyip ortalığı kısa süreli velveleye verenlere güzel bir selam çaktı. Biz de selamını mahcup ve yüzümüz kızararak aldık. Sen var ol güzel insan, büyük üstad biz yüzümüz al al gezmeye razıyız…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder