7 Nisan 2014 Pazartesi

ŞİDDET, PSİKOLOJİK BOYUTLARI, KIZIL KRALİÇE HİPOTEZİ VE PSİKANALİST YÖNTEM(2. BÖLÜM)

ŞİDDET


Şiddet bireyin doğumundan itibaren hayatının tüm aşamalarında ortaya çıkarma potansiyelini içinde barındırdığı bir olgudur. Doğumundan itibaren yaşama tutunma mücadelesi içine giren birey toplumdan kazandığı öğretilerle birlikte yaşama garantisini elde etmenin yanında hayat standartlarını da geliştirmek adına toplum içindeki yarışı sürekli sürdürmektedir. Psikanalist yaklaşıma göre bebeklik döneminde öz yaşam becerilerinin edinimi için harcanan emek bireyin ileriki yaşamında toplumsal rolleri gereği harcadığı çabanın temelini oluşturmaktadır. Öz bakım becerilerinin ediniminde yaşanan sıkıntılar şiddetin temelini oluşturmaktadır. Bireyin tuvalet eğitiminde evebeynlerinden aldığı dönütler bireyin ilerleyen yaşamında baskıcı ve saldırgan olması konusunda belirleyici olmaktadır. Bebeklik döneminde dışkının vücuttan atılması bebekte rahatlama hissi yaratmaktadır. Bu boşaltımın tuvalet eğitimi sırasında engellenmesi, katı tutum sergilenmesi bebekte baskı ve rahatsızlık yaratmakta, bu baskının edinimi ise şiddet davranışının kazanılmasına sebep olmaktadır. Bebeklik döneminde haz veren nesnelere ulaşım edim yeterliliği olarak tanımlanabilecek gücü oluştururken ulaşımın sağlanamaması durumunda ortaya çıkan davranışlar ise şiddet olgusunun temellerini oluşturmaktadır.
‘’Şiddetin çeşitli tanımlarında karşılaşılan ortak öğeler şunlardır: Kişinin canını acıtmak, yaralamak, öldürmek, mala zarar vermek amacıyla güç kullanmak; yasaya aykırı fiziki güç kullanmak; yasaya aykırı bir hedefe varmak için şiddet kullanmak ya da şiddet kullanma tehdidinde bulunmak; genelde kabul gören yasa ve ahlak ilkelerine aykırı biçimde fiziksel yok etme, gereksiz yere kırma, yok etme eylemleri; toplumsal ilişkilerde kabul edilebilirlik sınırlarını aşan zorlama eylemidir.’’(Özerkmen, s.3; 2012). Şiddet kavramı fiziksel ya da psikolojik olarak uygulanabileceği gibi toplumların yapısına göre farklılık da göstermektedir. Bir toplumun yadırgadığı şiddet uygulaması başka bir toplum tarafından kabul görebilmektedir. Toplumların normlarında da yer yer kabul görebilen şiddet eğilimleri kişinin başarısızlığını telafi etmesi bakımından şiddeti kullanmasına da dayanak oluşturmaktadır. Bunun yanında yadırganacak şiddet davranışları da belirli dayanak noktalarının belirtilmesi koşuluyla toplum tarafından kabul görebilmektedir. Bu durumda toplumun kabullenemediği noktayı şiddetin kendisi değil, boyutu ve uygulandığı olay oluşturmaktadır. Bazı toplumlarda bir erkeğin karısını öldürmek suretiyle darp etmesi toplum tarafından kabul edilemezken bu girişimin sebebinin karısının ahlaksızlığına bağlanması kabul gören bir gerekçe olarak karşımıza çıkabilmektedir. Cinnet anını ortaya çıkarmayan bir örneği ele alacak olursak evde şiddetli tartışma sonucu karısını yumruklayan bir erkek toplum tarafından yadırganırken bu erkeğin şiddetini kendine zarar verme sonucunu ortaya çıkaracak şekilde duvarı yumruklamak suretiyle ortaya çıkarması toplum tarafından yadırganmayacağı gibi kabul de görmektedir. Farklı toplumlarda farklı örneklerle olay halini alan bu durumlar ortaya çıkarmaktadır ki anormal karşılanan olgu şiddetin kendisi değil uygulama şekli ve boyutudur.


ŞİDDETİN PSİKOLOJİK TEMELLERİ
 Şiddetin psikolojik boyutunda ise kişinin bağlı bulunduğu toplumda hayatta kalması, toplum şartlarına ayak uydurması, çevresindeki bireylere üstünlük sağlama güdüsü gibi etmenlerin yeterince gerçekleştirilememesi gibi etmenler yatmaktadır. Bir biyolog olan Van Valen’in ortaya atmış olduğu kızıl kraliçe hipotezi canlının bağlı bulunduğu topluma ayak uydurma zorunluluğundan bahsetmektedir. Bireyin kendi gelişimi toplumun gelişimi paralelinde olmalı ya da daha ilerde olmalıdır. Bireyin toplumun gerisinde kalması bireyin yaşam standartları konusunda zor durumda kalmasına ve yok olmasına neden olacaktır. Toplum ne kadar yenilenme içine giriyorsa birey de en az o kadar yenilenme ve gelişme ivmesini yakalamak zorundadır. ‘’Kızıl Kraliçe Etkisi’nin çıkış noktası, Lewis Carroll’ın (1960) ‘The annotated Alice: Alice’s adventures in wonderland and Through the Looking Glass’ isimli eseridir. Buna göre, masalın başkahramanı Alice, Kızıl Kraliçe’nin ülkesinde Kızıl Kraliçe ile birlikte koşmaktadır. Çok hızlı koşmasına rağmen olduğu yerde ancak kalabilen Alice, Kızıl Kraliçe’ye; ‘Benim ülkemde, bu kadar uzun süre ve çok hızlı koşarsan, herhangi bir yere varabilirsin!’ der. Bunun üzerine Kızıl Kraliçe, ‘Yavaş bir ülke! Burada gördüğün gibi, bu şekildeki koşman, seni ancak aynı yerde tutabilmeye yetmektedir. Herhangi bir yere ulaşmak istiyorsan, bu koştuğundan iki kat daha hızlı olmalısın.’ yanıtını vermiştir.’’(KOÇ, YAVUZ; s. 68, 2010). Bireyin toplumsal rekabetinin temelini bu felsefe oluşturmaktadır. Rekabete ve ayak uydurmaya odaklı bu yapıyla birlikte bireyler arası rekabet ve yenilenme bireylerin toplum olarak ileri düzeyleri ulaşması konusunda pozitif bir kolerasyon sağlamaktadır. Bu rekabet olgusuyla kişi toplulukları toptan bir gelişime doğru yönelmektedir. Bu yönelim sağlanırken ortaya çıkan kişiyi zorlayan görevler ve başarısızlıklar da şiddetin ortaya çıkmasının temelini oluşturmaktadır. Bebeklikte öz bakım becerilerinin karşılanamamasının getirdiği kasılmaların benzeri bu durumlarda da ortaya çıkmakta, bunun sonucunda bireyin şiddet yönelimleri de vücutlarının gelişimleri oranında büyüme göstermektedir. Bu noktada öz bakım becerilerinin eksikliğinin ve rahatsız edici uyarıcıların kaynağı uyaranların yerini başka bir uyaran olan başarısızlık ve istenileni gerçekleştirememe durumuna sebep olan her türlü unsur almaktadır. Bu noktadan hareketle şiddetin temel faktörleri, başarısızlık, kabul görmeme, isteklere ulaşamama, kabullenememe, mağlubiyet gibi unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kişinin günlük rutinlerini bozan durumların ortaya çıkması insanın kişiliğini oluşturan etmenlerin dengesini bozmakta, kontrolün kaybedilmesine sebep olmaktadır. Freud’a göre kişiliği oluşturan üç etmen vardır. İd, ego ve süperego. ‘’İd: Kişiliğin ilkel yönünü oluşturmaktadır. Daima haz ilkesine göre hareket etmektedir. Gerçek dışı ve mantık dışı istek ve arzularla, bireyin içsel dürtülerinin her ne pahasına olursa olsun derhal doyurulması doğrultusunda bir işlevde bulunmaktadır. Süperego: Kişiliğin ahlaki yönünü temsil eder.Tüm kararlarında ahlak ilkesinden yola çıkarak, katı ahlaki kurallar çerçevesinde özellikle id’incinsellik ve saldırganlıkla ilişkili isteklerini ahlaka uygunluğu açısından denetleyerek, kabul edilmesi mümkün olmayan aşırı istek ve taleplerin karşılanmasına karşı çıkar. Ego: Kişilik yapısının gerçeklik ilkesine göre hareket eden ve kısmen de olsa bilinçli olan bölümüdür. Kişiliğin idare meclisi gibi davranır. Ego, gerçekliğin sınırlarının zorlanmadan bireyin içsel dürtülerinden kaynaklanan ihtiyaçlarının uygun bir şekilde nasıl karşılanacağını tayin etmektedir.Bireyin başını belaya sokmayacak çözüm önerileri arar.’’(http://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/352/mod_resource/content/2/5._hafta-Kisilik_Gelisimi.pdf). Rutini bozan ve kontrolün elden kaçtığı noktalarda kişinin süperegosu id’ine yenik düşer ve kişinin ilkel yönü olan id kontrolü ele alır. Bu noktada önemli olan tek nokta kişinin arzuları ve şiddet duygularıdır. Bu noktada birey şiddeti ortaya çıkarır. Bu noktada süperegonun işlevi genel olarak şiddetin başka bireylere yansıtılmaması üzerinedir. süperego kazanımının sağlanma boyutu da şiddetin boyutu ve gerçekleştiriliş şeklinin belirlenmesi konusunda etkin rol oynamaktadır. Süperegonun işlevi kapsamında birey toplumdan dışlanmamak adına şiddet eğilimini diğer insanlara yansıtmama konusunda belirli ölçüde çaba göstermektedir. Bunun yanında dahil olduğu grubun ya da toplumun şiddeti normal karşılaması şiddet eğiliminin boyutunu ve yapılma sıklığını artırmaktadır. Kişinin kendi başına bir dükkanın camını kırması çoğu toplumda nadiren gerçekleşen bir eylemken kişinin toplumsal kaosun olduğu bir ortamda şiddet besleyen bir toplum içinde dükkan camı kırması sıklıkla karşılaşılan bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde bireysel olarak saldırganlık yapma konusundaki güdülerini toplum kaygısıyla gizleyen bireyler, takımı yenilmiş öfkeli bir taraftar grubu içinde saldırganlık yapma konusunda tereddüt etmediği gözlenmektedir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder