13 Mayıs 2015 Çarşamba

KİRALIK KATİL

Dünyanın yörüngesinin tersine seyretmesi ve insanoğlunun talihiyle barışamamasının temelinde iki temel düşünce yanlışı yatar. Normal insanların tamamının kötü olduğu algısı, engelli insanların tamamının iyi olduğu algısı. İkisi de saçmalık!
               İsmim yok. İlla tanımlanmam gerekiyorsa elin aşağı yukarı sallanması beni ifade ediyor. İşitme engelli bir insan azmanıyım! Önümde parlak bir gelecek yaratan talihsiz bir olay sonucu bırakın okuma yazma öğrenmeyi aynı kaderde olduğum insanlarla iletişim kuracak dili dahi öğrenme gereği duymadım. Yani en azından müşterilerim öyle biliyor. Neyse şimdilik gelmemi, gitmemi ve gündelik işlerimi yoluna koyacak kabaca işaretleri algılıyorum. Bir de fotoğraflar tabii. Gözü yaşlı fotoğraflar. Onlarcası tutuşturuldu elime, hepsinin dilinden çok iyi anlarım. Bir tanesini çok sevmiştim hatta. Görmemle öldürmem arasında geçen kısa zaman diliminde aşık olmuştum. Tek damla göz yaşını da o sabah döktüm.
               Kiralık katilim. Üyelerinin tamamının nitelikli olduğu bir suç şebekesinin elebaşıyım. İşitme ve konuşma engelim dışında vücudumun bütün bölümleri normal insan standartlarının üzerinde. Kadınlar tarafından uzun göz hapislerine maruz kalıyorum. İnsanoğlunun geneline bakış açımın aksine kendi bedenime önem veriyorum. Yunan tanrılarını kıskandıran bir vücudum, çoğu kişinin ağzını sulandıran yaşam standartlarım var. Bugünlere gelmem kolay olmadı.  Hayatımda bir şeylerin ters gittiğini çok geç farkettim. Üç yaşında çevremdeki çocukların çenelerinin benimkinden gözle görülür oranda fazla hareket ettiğini algıladım. Ve o çene hareketlerine herkesin yüzünü döndüğünü gördüm. Benim dışımda herkesin. Yeni tanıdığım bütün büyük insanlar başka çocuklardan ayrı olarak gözlerinde korku ve su birikintisiyle yaklaşıyordu. Hitap etmeyi öğrenmeden acıma duygusunu öğrendim. Ve bütün insanlarda o duyguyu yoğun bir şekilde tattım. Kendimi bildim bileli gözlerdeki o sulanmaya karşı öfke besledim. Okula gitmedim. Dokuz yaşımda kendimden iki yaş büyük olan ablamı bu acıma duygusuna katlanamadığım için bıçaklamak suretiyle öldürdüm. Gardıropun kapağını açtığımda içinde gözü yaşlı şekilde bana bakıyordu. Gittim mutfaktan bıçağı aldım. Durumu anlamasına fırsat vermeden tek celsede boğazına sapladım. Akan kanın ciddiyetini fark etmemle kendimi sokağa atmam bir oldu. Ertesi gün başka bir mahallenin bakkalından çaldığım gazetenin üçüncü sayfasında gördüm haberini. ‘’KARNESİNDE ZAYIF NOT BULUNAN İLKOKUL ÖĞRENCİSİ GARDIROBUNDA ÖLÜ OLARAK BULUNDU’’. Gazeteciler doğruları asla göremez. Olayları saptırıyorlar. Yani kim karnesinde zayıf olduğu için gardırobunda ağlar ki? O günden sonra da eve bir daha dönmedim. Sokaklarda engelimin verdiği acınma duygusunu kullanarak hayatta kaldım. Bir kahvecinin zoruyla bu gruba dahil oldum.
               Bir insanın mağduriyeti, acizliği yahut çaresizliği benim için bir şey ifade etmiyor. Fotoğraf alıyorum, yeri gösteriyorlar ve öldürüyorum. İletişimim insanlar açısından bundan ibaret olduğu için yüksek meblağlara rağmen tercih ediliyorum. Çalışma prensibim basit. İşimi temiz hallediyorum ve ardından bir hafta kafa izni. Aldığım canların etkisi ortamı terk edip temiz bir duş almamla rahatlıkla kayboluyor. Uzun yıllardır tek bir gözyaşı dökmedim. Genel itibariyle mutlu bile sayılırım. En azından mutsuz hissetmiyorum. Hissiz de denilebilir. Standart bir insan kadar duygu sahibi engelli kategorisinde değil üst düzey bir katil kategorisinde azılı bir cani kadar duygu yoksunuyum. Bir katili değerlendirirken insani özelliklerinden ziyade icraatlerinin değerlendirilmesi gerektiğine yürekten inansam da bir engellinin insanlığın görüp göreceği en büyük katil olarak tarihe geçmesine olan arzum içimde dengesi bozulmayan büyük bir çelişkiye sürüklüyor. Bu pislik arzuyla güdüleniyorum ve elimde tuttuğum caniliğin bayrağını zirveye dikmeme ramak kaldı. Hedefime ulaşmam pahasına bütün insani arzu ve duygularımı zihnimdeki büyük demir kapılara kilitledim. Yine de ölmeden bütün hayat hikayemi ve icraatlerimi bir insana kelimelerle anlatmak isterim. Gözlerindeki korkuya bağlı büyümeyi görmeyi ve nesiller boyu anlatılan azılı bir kabus olabilmeyi… Ölümümün ardından insanlığın karanlık müzesi olması adına fotoğraflardan bir müze hazırladım.
               Bütün dengemi altüst eden o kişiyi göreli 2 hafta oldu. Zihnimin bütün kilitlerini çözen, duygularımı beynimin içinde dörtnala koşturan varlık! Her gün öğlen evden çıkışını ve akşam eve girişini gözetliyorum. Onu fark etmem yüzünden iki can hala boş yere oksijen tüketiyor. Bütün siparişleri erteledim. Haftalar geçiyor, ben sürekli onu düşünüyorum. Sonunda onu kaçırmaya karar kıldım. Paydos zilinin çalmasıyla herkes koşuşturmak suretiyle mekanı terk ediyordu. Hava kararmıştı. Birazdan ara sokaktan yanından geçecek. Yürürken küçük, narin elleriyle yerdeki çöpü aldı yürümeye devam etti. Evine ulaştıracak servisi az ötede. Yaptığı temizlik faaliyetinin verdiği öz güvenle kendinden emin yürüyor. Çöpü atmak için ara sokağa doğrulmasıyla bayılması bir oldu. Çöpün kenarında yatırdım, ortalık sakinleşince aceleyle arabama götürdüm. Fazla yer kaplayan bir yapısı yoktu, fakat kendimi riske attım. Garaja saklanıp gece olmasını bekledim. Bu süreçte onu defalarca bayıltmam gerekti. Gece 3 civarı evime çıkardım ve gardıropa kitledim.
               Bütün dengemi bozan o olay saatinde perdeleri kapatıp gardıropu açtım. Ağlamaktan şişmin gözleri ve çaresizliğiyle aynı ona benziyordu. Bazı olaylar da kişiler gibi çift yaratılmıştır. Bir anda dokuz yaşıma döndüm. İlk defa bir insana kendimi anlatmak için muazzam bir çaba sarf ediyordum. Ağzımı olabildiğince açıp kapatıyordum. Nasıl göründüğü ve başarılı olup olmadığı mümkün değil. ‘’Beni siz yarattınız, ben yok ediyorum!’’, ‘’Beni diğerlerinden neden ayırdınız?!’’, ‘’Ben de sizler gibiyim, sizler kadar kötü, hatta en kötüsüyüm!’’, ‘’Ben insanlığın ve kötülüğün en büyük patronuyum! Bu vahşet hepimizin!’’. Beni anladığına emin değilim fakat çabaladıkça gözlerindeki korku büyüyor ve gözyaşları hiddetle akmaya devam ediyor. Uzun yılların ardından ben de ağlıyorum. Dokuz yaşında yapamadığım şekilde beraber ağladık. Kısık sesle bağır çağır ağlıyoruz! Kan damarlarımda tekrar hızlı akmaya başladı. Bilincimi kaybettim. Gözü yaşlı şekilde fotoğrafını çekip makineyi kapının önüne koydum. Bıçağı getirip dokuz yaşında yaptığım şekilde ufak kız çocuğunun canını oracıkta alıverdim. Pencereyi araladım, odanın kapısını açtım. Akan kana aldırmadan yamacına oturdum. Ağlıyordum; sessiz, bağır çağır ağlıyorum. Beklediğim esintinin gelmesiyle elimde hazırda bulundurduğum neşteri can damarıma sürmem bir oldu. Göz yaşlarım kanımdan hızlı akıyordu. Bütün vücudumu saran o sıvı esintinin verdiği rahatlamayla beni derin bir uykuya sürüklüyordu. Kapının kırıldığını hava sirkülasyonuyla duyardı bir işitme engelli. Sesi duymasa da kapıdan odaya ulaşma süresini tahmin edebilir. Bağırmaya başladım, anlamsız sesler çıkarmış olmam muhtemel. O soğuk bedene sarılarak bağırıyor, bir yandan da ağlıyordum.
               ‘’BAK BEN DE SİZLER GİBİ OLDUM. SAĞLAM VÜCUTLU, ZENGİN VE SAYGI GÖREN BİR İNSANIM. SİZİN KADAR KÖTÜ, SİZİN KADAR İYİ, SİZİN KADAR DEĞİŞKEN VE SİZDEN DAHA CANİ! ANLATAMADIM, KELİMELERİ KULLANAMADIM, O KUTUYA KULAK KESİLİP EĞLENİŞİNİZİ ANLAYAMADIM. ONUN DIŞINDAKİ HER ŞEYİ SİZDEN DAHA İYİ YAPTIM. KÖTÜLÜĞÜ DE! AMA BU KORKUNÇ KARİYERİ TEK BİR HARFLE OLSUN ANLATAMADIM! SİZE BİR ÇOK FOTOĞRAFTAN OLUŞAN BİR CİNAYET MÜZESİ VE TÜYLER ÜRPERTEN KÖTÜ VAKALAR BIRAKTIM. HEPİMİZ KÖTÜYÜZ, VE HEPİMİZ İYİ. HEPİMİZ ŞEYTAN VE MELEĞİ İÇİMİZDE TAŞIYORUZ. BEN O MELEĞİ DE ÖLDÜRDÜM!’’
               Gözlerim kapanmak üzere kapıda birçok polis belirdi, küçük kız çocuğuna şefkatle sarıldım. Nefes alış verişim yavaşladı ve sonunda kesildi. Son birkaç nefesle kulağına fısıldadım:
               ‘’Üzülme ablacım, ağlama da. Baksana ben de senin gibi normal bir insan oldum…’’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder