Dünyanın yörüngesinin tersine
seyretmesi ve insanoğlunun talihiyle barışamamasının temelinde iki temel
düşünce yanlışı yatar. Normal insanların tamamının kötü olduğu algısı, engelli
insanların tamamının iyi olduğu algısı. İkisi de saçmalık!
İsmim
yok. İlla tanımlanmam gerekiyorsa elin aşağı yukarı sallanması beni ifade
ediyor. İşitme engelli bir insan azmanıyım! Önümde parlak bir gelecek yaratan
talihsiz bir olay sonucu bırakın okuma yazma öğrenmeyi aynı kaderde olduğum
insanlarla iletişim kuracak dili dahi öğrenme gereği duymadım. Yani en azından müşterilerim öyle biliyor. Neyse şimdilik
gelmemi, gitmemi ve gündelik işlerimi yoluna koyacak kabaca işaretleri
algılıyorum. Bir de fotoğraflar tabii. Gözü yaşlı fotoğraflar. Onlarcası
tutuşturuldu elime, hepsinin dilinden çok iyi anlarım. Bir tanesini çok
sevmiştim hatta. Görmemle öldürmem arasında geçen kısa zaman diliminde aşık
olmuştum. Tek damla göz yaşını da o sabah döktüm.
Kiralık
katilim. Üyelerinin tamamının nitelikli olduğu bir suç şebekesinin elebaşıyım. İşitme
ve konuşma engelim dışında vücudumun bütün bölümleri normal insan
standartlarının üzerinde. Kadınlar tarafından uzun göz hapislerine maruz
kalıyorum. İnsanoğlunun geneline bakış açımın aksine kendi bedenime önem
veriyorum. Yunan tanrılarını kıskandıran bir vücudum, çoğu kişinin ağzını
sulandıran yaşam standartlarım var. Bugünlere gelmem kolay olmadı. Hayatımda bir şeylerin ters gittiğini çok geç
farkettim. Üç yaşında çevremdeki çocukların çenelerinin benimkinden gözle
görülür oranda fazla hareket ettiğini algıladım. Ve o çene hareketlerine
herkesin yüzünü döndüğünü gördüm. Benim dışımda herkesin. Yeni tanıdığım bütün
büyük insanlar başka çocuklardan ayrı olarak gözlerinde korku ve su
birikintisiyle yaklaşıyordu. Hitap etmeyi öğrenmeden acıma duygusunu öğrendim.
Ve bütün insanlarda o duyguyu yoğun bir şekilde tattım. Kendimi bildim bileli
gözlerdeki o sulanmaya karşı öfke besledim. Okula gitmedim. Dokuz yaşımda
kendimden iki yaş büyük olan ablamı bu acıma duygusuna katlanamadığım için bıçaklamak suretiyle öldürdüm. Gardıropun
kapağını açtığımda içinde gözü yaşlı şekilde bana bakıyordu. Gittim mutfaktan
bıçağı aldım. Durumu anlamasına fırsat vermeden tek celsede boğazına sapladım.
Akan kanın ciddiyetini fark etmemle kendimi sokağa atmam bir oldu. Ertesi gün başka
bir mahallenin bakkalından çaldığım gazetenin üçüncü sayfasında gördüm
haberini. ‘’KARNESİNDE ZAYIF NOT BULUNAN İLKOKUL ÖĞRENCİSİ GARDIROBUNDA ÖLÜ
OLARAK BULUNDU’’. Gazeteciler doğruları asla göremez. Olayları saptırıyorlar. Yani
kim karnesinde zayıf olduğu için gardırobunda ağlar ki? O günden sonra da eve
bir daha dönmedim. Sokaklarda engelimin verdiği acınma duygusunu kullanarak
hayatta kaldım. Bir kahvecinin zoruyla bu gruba dahil oldum.
Bir
insanın mağduriyeti, acizliği yahut çaresizliği benim için bir şey ifade etmiyor.
Fotoğraf alıyorum, yeri gösteriyorlar ve öldürüyorum. İletişimim insanlar
açısından bundan ibaret olduğu için yüksek meblağlara rağmen tercih ediliyorum.
Çalışma prensibim basit. İşimi temiz hallediyorum ve ardından bir hafta kafa
izni. Aldığım canların etkisi ortamı terk edip temiz bir duş almamla rahatlıkla
kayboluyor. Uzun yıllardır tek bir gözyaşı dökmedim. Genel itibariyle mutlu
bile sayılırım. En azından mutsuz hissetmiyorum. Hissiz de denilebilir. Standart
bir insan kadar duygu sahibi engelli kategorisinde değil üst düzey bir katil
kategorisinde azılı bir cani kadar duygu yoksunuyum. Bir katili
değerlendirirken insani özelliklerinden ziyade icraatlerinin değerlendirilmesi
gerektiğine yürekten inansam da bir engellinin insanlığın görüp göreceği en
büyük katil olarak tarihe geçmesine olan arzum içimde dengesi bozulmayan büyük
bir çelişkiye sürüklüyor. Bu pislik arzuyla güdüleniyorum ve elimde tuttuğum
caniliğin bayrağını zirveye dikmeme ramak kaldı. Hedefime ulaşmam pahasına
bütün insani arzu ve duygularımı zihnimdeki büyük demir kapılara kilitledim. Yine
de ölmeden bütün hayat hikayemi ve icraatlerimi bir insana kelimelerle anlatmak
isterim. Gözlerindeki korkuya bağlı büyümeyi görmeyi ve nesiller boyu anlatılan
azılı bir kabus olabilmeyi… Ölümümün ardından insanlığın karanlık müzesi olması
adına fotoğraflardan bir müze hazırladım.
Bütün
dengemi altüst eden o kişiyi göreli 2 hafta oldu. Zihnimin bütün kilitlerini
çözen, duygularımı beynimin içinde dörtnala koşturan varlık! Her gün öğlen
evden çıkışını ve akşam eve girişini gözetliyorum. Onu fark etmem yüzünden iki
can hala boş yere oksijen tüketiyor. Bütün siparişleri erteledim. Haftalar geçiyor,
ben sürekli onu düşünüyorum. Sonunda onu kaçırmaya karar kıldım. Paydos zilinin
çalmasıyla herkes koşuşturmak suretiyle mekanı terk ediyordu. Hava kararmıştı. Birazdan
ara sokaktan yanından geçecek. Yürürken küçük, narin elleriyle yerdeki çöpü
aldı yürümeye devam etti. Evine ulaştıracak servisi az ötede. Yaptığı temizlik
faaliyetinin verdiği öz güvenle kendinden emin yürüyor. Çöpü atmak için ara
sokağa doğrulmasıyla bayılması bir oldu. Çöpün kenarında yatırdım, ortalık
sakinleşince aceleyle arabama götürdüm. Fazla yer kaplayan bir yapısı yoktu,
fakat kendimi riske attım. Garaja saklanıp gece olmasını bekledim. Bu süreçte
onu defalarca bayıltmam gerekti. Gece 3 civarı evime çıkardım ve gardıropa
kitledim.
Bütün
dengemi bozan o olay saatinde perdeleri kapatıp gardıropu açtım. Ağlamaktan şişmin
gözleri ve çaresizliğiyle aynı ona benziyordu. Bazı olaylar da kişiler gibi
çift yaratılmıştır. Bir anda dokuz yaşıma döndüm. İlk defa bir insana kendimi
anlatmak için muazzam bir çaba sarf ediyordum. Ağzımı olabildiğince açıp
kapatıyordum. Nasıl göründüğü ve başarılı olup olmadığı mümkün değil. ‘’Beni
siz yarattınız, ben yok ediyorum!’’, ‘’Beni diğerlerinden neden ayırdınız?!’’, ‘’Ben
de sizler gibiyim, sizler kadar kötü, hatta en kötüsüyüm!’’, ‘’Ben insanlığın
ve kötülüğün en büyük patronuyum! Bu vahşet hepimizin!’’. Beni anladığına emin
değilim fakat çabaladıkça gözlerindeki korku büyüyor ve gözyaşları hiddetle
akmaya devam ediyor. Uzun yılların ardından ben de ağlıyorum. Dokuz yaşında
yapamadığım şekilde beraber ağladık. Kısık sesle bağır çağır ağlıyoruz! Kan damarlarımda
tekrar hızlı akmaya başladı. Bilincimi kaybettim. Gözü yaşlı şekilde fotoğrafını
çekip makineyi kapının önüne koydum. Bıçağı getirip dokuz yaşında yaptığım
şekilde ufak kız çocuğunun canını oracıkta alıverdim. Pencereyi araladım,
odanın kapısını açtım. Akan kana aldırmadan yamacına oturdum. Ağlıyordum;
sessiz, bağır çağır ağlıyorum. Beklediğim esintinin gelmesiyle elimde hazırda
bulundurduğum neşteri can damarıma sürmem bir oldu. Göz yaşlarım kanımdan hızlı
akıyordu. Bütün vücudumu saran o sıvı esintinin verdiği rahatlamayla beni derin
bir uykuya sürüklüyordu. Kapının kırıldığını hava sirkülasyonuyla duyardı bir
işitme engelli. Sesi duymasa da kapıdan odaya ulaşma süresini tahmin edebilir. Bağırmaya
başladım, anlamsız sesler çıkarmış olmam muhtemel. O soğuk bedene sarılarak
bağırıyor, bir yandan da ağlıyordum.
‘’BAK
BEN DE SİZLER GİBİ OLDUM. SAĞLAM VÜCUTLU, ZENGİN VE SAYGI GÖREN BİR İNSANIM. SİZİN
KADAR KÖTÜ, SİZİN KADAR İYİ, SİZİN KADAR DEĞİŞKEN VE SİZDEN DAHA CANİ!
ANLATAMADIM, KELİMELERİ KULLANAMADIM, O KUTUYA KULAK KESİLİP EĞLENİŞİNİZİ
ANLAYAMADIM. ONUN DIŞINDAKİ HER ŞEYİ SİZDEN DAHA İYİ YAPTIM. KÖTÜLÜĞÜ DE! AMA
BU KORKUNÇ KARİYERİ TEK BİR HARFLE OLSUN ANLATAMADIM! SİZE BİR ÇOK FOTOĞRAFTAN
OLUŞAN BİR CİNAYET MÜZESİ VE TÜYLER ÜRPERTEN KÖTÜ VAKALAR BIRAKTIM. HEPİMİZ
KÖTÜYÜZ, VE HEPİMİZ İYİ. HEPİMİZ ŞEYTAN VE MELEĞİ İÇİMİZDE TAŞIYORUZ. BEN O
MELEĞİ DE ÖLDÜRDÜM!’’
Gözlerim
kapanmak üzere kapıda birçok polis belirdi, küçük kız çocuğuna şefkatle
sarıldım. Nefes alış verişim yavaşladı ve sonunda kesildi. Son birkaç nefesle
kulağına fısıldadım:
‘’Üzülme
ablacım, ağlama da. Baksana ben de senin gibi normal bir insan oldum…’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder