28 Haziran 2015 Pazar

HİÇ SES

‘’Sen mi geldin?’’
‘’Ben tabii ya. Birini mi bekliyordun?’’
‘’Yok ya, ne beklemesi. Kim bilir zaten buranın yolunu senden başka?’’
‘’Ee herkes gittiğinde ben gelirim böyle hatırlanmak daha gururlu olurdu.’’
‘’Üzülme. Kırmak için söylememiştim. Ben de seni düşünmüştüm bir an. Öyle pat diye gelince gaflete düştüm.’’
‘’Biliyorum’’
‘’O da doğru. Benimki de laf işte’’
‘’Konuşmuyorsun?’’
‘’Gerek var mı?’’
‘’Ne bileyim konuşursun diye düşünmüştüm. Ne kadar sakin değil mi ortalık? Kelebek kanat çırpsa pırpır sesi çıkar sanki’’
‘’Öyle. Her savaştan sonra öyle değil mi sanki? Kapanış; sessiz, sakin, duru bir karanlık.’’
‘’Ne yapıyorsun sen? Dinlemiyorsun beni.’’
‘’Gökyüzüne bakıyorum. Ay parlıyor. Baksana nasıl yara almış yüzeyi. Taş değil mi yüzeyi? Ne güzel parlıyor.’’
‘’Dağıtma konuyu. Hem arka yüzeyine bakacaksın yaralı yüzey görmek istiyorsan. Merak ettin mi hiç?’’
‘’Harbiden öyle mi? Aaaa bak benim de aklımı karıştırdın. Nasıl hissediyorsun?’’
‘’Cevap vermeyeceksen gideyim ben.’’
‘’Bi dur Allah aşkına. Düşünüyorum ne desem bilemedim.’’
‘’Biliyorum.’’
‘’Bilmiyorum çok tantanalıydı. Konuşmadık hiç seninle o zamanları. Sürekli savaş halindeydim. Sürekli coşku, sevinç, savaş. Hepsini bir yaşadım. Durmadı hiçbir şey şu anki gibi. Hep bir devinim vardı. Bilmiyorum inan. Öyle değildim ki ben. Yani sese, kargaşaya, gün yüzüne bulaşmazdım hiç. Sessiz diye gece yaşardım. Laf anlatmazdım hiç öyle uzun uzun. Anlaşılmayınca bozulmazdım ya da yaralayıp yara almazdım.’’
‘’Bir daha böyle kırılmazdım diyordum ne bileyim. Daha aklı başında olurdum. Dert etmezdim, ezberim vardı bir kere. Bozmazdım onu diye düşünmüştüm. Defterde ne yazıyorsa oydu. Basit kurallar vardı ve ona göre yaşardım. Yalnız da kalmazdım hem. Hani büyümüştüm de aklımı da başına devşirmiştim. Basit kuralları uygulayıp yüreğimi nadastan kurtaracaktım. Enkazı kim kaldırdıysa yeni binayı ona diktirecektim. Yalnız bırakmayacaktım mesela ya da derdine ortak olacaktım. Çaresizken sarılacaktım, sorununa çözüm arayacaktım. Ellerinden tutup göğe kaldıracaktım. Topladığı yıldızlarla saçlarına taç yapacaktım. Biliyorsun hayal gücüm geniştir. Düşünmekle sınırı yok hayallerin. Bir masal kahramanı yapacaktım belki. Ağzının üstüne gülen yüz çizecektim belki ya da şiirlerde şarkılarda saklayacaktım. Nerde o şarkı çalsa onu hatırlayacaktım. O parfümün kokusunu alınca o gelecekti hemen mutlu olacaktım. Belki çocuksu hayaller kurup gelecek hesapları yapacaktım. Bu sefer farklı diyordum hem bu sefer farklı. Ben farklıyım diyordum artık. Anlayışlıyım diyordum. Bu kadın güldürür diyordum, öyle tebessüm değil kucak dolusu güldürür, arsız kahkahalar attırır diyordum. Ben de onu derdinden sıkıntısından arındırırdım. Liken gibi ortaklaşa faydayla yaşam sürdürür gideriz belki  diyordum en kötü ihtimalle. Kadın diyordum. Her şeyi sildiren, beni tekrar dünyaya getiren, büyütüp besleyen kadındı diyordum. Seviyordum, se..’’
‘’ee’’
‘’Kesme lafımı. Biliyorum öyle kolay da değil dağınık cümleleri bir çırpıda anlamak. Her şeyi söylüyordum aklımdan geçen. Hiç düşünmeden ve durmadan koşuyordum. Yoğun bir savaş içinde gibiydim. Kendimle onunla ve hayatla. Acımıyordu hiçbir yanım. Adrenalinden hissetmiyordum. Devinim içinde acı çeksem de yaşadığımı hissediyordum. Bütün zihin yapım o nokta üzerineydi. Elimden tuttu, beni ancak o kurtarır diyordum.’’
‘’Olmadı tabii.’’
‘’Kesme sözümü lütfen. Evet olmadı çünk..’’
‘’Neden olmadı?’’
‘’Olmadı işte. Fikirlerimiz tutmadı. Yaşam standartlarımız, algılarımız, anlayışlarımız tutm..’’
‘’Yalan söylüyorsun’’
‘’Nerden çıkarıyorsun? Hem bir dakika sen bunların hepsini zaten biliyorsun tekrar tekrar neden bana soruyorsun?’’
‘’Böyle daha zevkli oluyor. Farkına varıyorsun işte. Evet kurtarır diye dediğin kadın birebir sen çıktın. Spesifik tüm sakat ve sağlıklı noktalarıyla sen çıktın. Melankolisiyle, gürültüsüyle, heyecanıyla ve bıkkınlığıyla ta taaaa sevgilimiz sevgisinde kendisini buldu. ’’
‘’Saçmalama! Ben de saçmalamayayım. Saçmalıyorum bence. Keser misin komik duruma düşürüyorsun.’’
‘’Komik değil bence. Bu kadar saçmalama arasında doğruları da bulup çıkarıyorsun devam et derim.’’
‘’Etmiyorsun, peki. Peki şunu söyle ne oldu? Yani her şey bitince ne oldu?’’
‘’Sakinlik. Yani at üstünde koşmuyor dünya artık. Belki kaplumbağa kabuğunda devam ediyor. Sesleri net ayırt edebiliyorum. Kafamın içinden geçenler artık daha durağan. Hissetmiyorum mesela. Kızmıyorum, sinirlenmiyorum. İşin doğasından başka bir şey düşünmüyorum. Anlatamadım ama sen anlıyorsun zaten. Yaptıklarımı düşünüyorum sadece. Öyle sinir harbinde ya da pişman olarak değil. Bilim adamı titizliğinde ve robot ruhsuzluğunda tahlil ediyorum. Kurtarma gibi de bir niyetim yok ne kendimi ne de çevremdekileri. Sadece durum tespiti yapıyorum. Hiç olmasaydı demiyorum. Tekrar olsaydı?, bilmiyorum. Tekrar ya da başkasıyla nasıl olur tahayyül edemiyorum. Tekrar olur mu? Sanmıyorum. Aslında tek bir şey biliyorum şu an.’’
‘’Dur söyleme aman. Şunu söylesene, ben kimim? Aslında biliyorsun. Sesli söyle yankılansın.’’
‘’Sana senden yakınım biliyorsun. Bir isim de koymadın ama adımı biliyorsun. Yazdıklarında, çizdiklerinde, şu an anlattıklarında hepsinde var. Ve ben de senin gibi düşünüyorum. Senin gibi yaşıyor, senin gibi hissediyorum ve seninle ilk defa bu kadar yakınız.’’
‘’Ee hadi söyle ama. Cesaret biraz lütfen. Hadi tamam istediğin gibi de hitap edip tanımlayabilirsin.’’
‘’……..Sevgilim?’’
‘’Ben geldim yine. Kopamıyor demi düşüncelerimiz?’’
‘’Oyun oynuyorsun demi bana. Sen değilsin. Yok sensin, o değil. Sensin değil mi?’’
‘’İç sessin, öylece iç ses. Başka biri değil. Başka biri olsa bu kadar müşterek düşünemeyiz.’’
‘’Ne kadar sakin değil mi dünya. Bak bir yarasa geçti, hiç sesi çıkmıyor. Bitmiş midir savaş bir gidip baksak mı?’’
‘’Sevgilim?’’
‘’Hı?’’
‘’Sessizlik güzel böyle ne dersin?
‘’Bilmiyorum. Sessiz ol hissederiz birazdan.’’
‘’Hayatım’’
‘’Hı?’’
‘’Büyüdük mü canısı?’’
‘’Büyüdük cancağızım…’’

26 Haziran 2015 Cuma

AH CEVRİYE, GÜZEL KADIN!

İki ricam olacak:
 1-Bir alttaki hikayenin devamıdır dikkat ediniz. 
 2-Bu şarkıyı dinledikten sonra yahut şarkıyla birlikte okuyunuz. İyi okumalar...



               Dış dünyaya tepki olarak kendi içine kapanmış, modern tabirle ilkel kalmış mahallelerin genel yapısıdır. Monarşik yapıyla düşünüp demokratik yapıyla hareket ederler. Bizim mahalle de öyledir işte. Kendini içine almaya çalışan dünya düzenine karşı kapıyı içerden kilitlemiş, tüm zorlamalara rağmen kendi bildiği gibi yaşamakta kararlı insanlardan örülüdür mahallemiz. Okumuşluğumdan sıyrılıp bizimkiler gibi anlatacak olursam mahallemizde örnek alıp kutsallaştıracağımız bir olay ve bir insan muhakkak vardır. Bunlardan en güzel iki tanesidir Abbas Abiyle Cevriye Abla.
               Bilirsiniz her mahallenin ‘’yaban gülü’’ olarak tabir edilen, modern dilde ‘’taş hatun’’ dedikleri bir ablası, bir kadını vardır. Bizim mahalleninki de Cevriye Abla. Yıllar boyu mahalle ahalisinin gönlünü yakan, konum itibariyle ses çıkaramadıkları bir afettir ablamız. Aynı zamanda mahallenin kuruluşundan bu yana dilden dile dolaşan hikayenin de iki kahramanından biridir. Tahmin edeceğiniz gibi öbürü de Abbas abimiz.
               Geçen ay yaşanan vahim bir olayın ardından Abbas abinin vefat etmesiyle öğrendik efsanenin aslını astarını. Bizimkilerde adettendir biri vefat ettiğinde cenazesinden sonra toplanılır, sevdiği insanlar son bir kez etraflıca anılır. Abbas Abi vefat ettiğinde Cevriye Abla konuşmadan kimse cesaret etmedi anlatmaya. Yaşadığı o büyük yıkıma rağmen gözünü kırpmayıp dimdik duruşuyla kendine yeniden hayran bırakan ablamız, sesini ve gözlerindeki buğuyu giderdiği an başladı konuşmaya.
               ‘’Kendimi bildim bileli tanırım Abbas’ı. Yani onun olmadığı bir gün geçirmedim şu dünyada, bugün dışında. Abbas kendi başına bir şeyler yapmaya çabalayan, etrafına karşı çekingen bir çocuktu. Mahalleli ortaklaşa çeşitli oyunlar oynarken o kendi başına çamurla oynar, ben de evcilik oynarken bir yandan hayranlıkla onu seyrederdim. Abbas ‘’özel’’ bir çocuktu. Yani bazı konularda akranlarından biraz gerideydi. Arkadaşlarının dalga geçtiğini görmesem de o kendini bilir ve kendini geri çekerdi. O yaşına rağmen olayların farkında ve bunu aşmaya çalışıyor izlenimine kapılırdım. Ben de bu durumunu hayranlıkla izler, yaklaşamasam da bir gün onunla oynayacak olmayı hayal ederdim. Nitekim okula başladığımızda hayalim gerçekleşti. Sorunlu bir ailenin tek çocuğum. Bir yandan prensesler gibi büyütülürken bir yandan da kendimi bildim bileli evi idare ettiğimi hatırlıyorum. Bunun verdiği cesaretle ilkokulda direkt yanına oturdum sıra arkadaşı oldum. Tüm ömrüm boyunca aldığım en güzel karardı inanır mısınız? Ona ulaşmak çok zordu. Farklı düşünüyor, farklı yaşıyor, farklı mutlu oluyordu. Güler dediğim noktalarda gözleri doluyor, üzerim dediğim noktalarda gülücükler saçıyordu. Farklı bir evrene giriyordum sınıfa geldiğim zamanlarda. Her sınıfa geldiğimde muhakkak güzel bir şeyler olurdu. Üstü boyalı taşlar, kokulu silgiler, sayfaları çevirdikçe hareket eden resim defteri. Mutlu bir çocukluk geçirdim sayesinde. Ve sevgi bakımından doyum kaynağımdı Abbas.’’
               Biraz gözleri buğulandı, bir müddet bekledikten sonra devam etti Cevriye abla. ‘’Bilmezsiniz siz Abbas’ın çiçekliğinin nerden geldiğini. Gençleşmeye başladığı anda bile şeker gibi  bir insandı kendisi. Bencil huyları yoktu pek. Elinde avucunda ne varsa paylaşır, her işe koşar, akıl verir ve mutlu ederdi arkadaşlarını. Diğer insanlardan geride kalan yanlarını normal insan seviyesine çekmeyi başardığı gibi birçok konuda da yaşıtlarını geçmeyi başarmıştı. Bir tek o hastalığın getirdiği mahcubiyeti atamadı üstünden. Liseye gittiğimiz zamanlardan bir gün çiçek koymuş defterimin arasına. Başta fark etmedim çiçeği. Defterin arasından sıyrılıp düşmesiyle bütün sınıfla birlikte haberdar oldum çiçekten. Bütün sınıf çiçeğe odaklanmışken ben Abbas’a bakıyordum. Çiçekten daha kırmızıydı Abbas. Yüzündeki şoka rağmen sakinliğini korur vaziyette çiçeği yerden aldı, yüzüme bakamadan yakasına takıp koridora çıktı. Ses edemedim arkasından, gidemedim yanına. O da dönmedi o gün geri. Ertesi gün hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. Sakin ve iyice içine kapanıktı. Birkaç kez konuşmaya çalıştım da başaramadım. İlk göz ağrım, ilk heyecanım ve ilk aşkım çiçekle birlikte yerle yeksan olmuştu. Çiçek Abbas lakabı, o günün gençleri arasında hafızalara kazındı. Abbas’ın sevgisinden ve Abbas’a duyulan saygıdan kimse yaklaşmadı lisede ve sonrasında yanıma. Ben de hiç öyle bir arzuya kapılmadım tabii. Hep o güne isyan edip hiç olmamış gibi yaşamak zorunda kaldım. O günden sonra da bahsi açılmadı konunun.
               İlerleyen yıllarda aramızdaki bağ bir sevgiliden öte kuvvet kazandı. Abbas boy attı, mahallenin güzel abisi oldu, ben ise mahallenin gözdesi. Kapımdan çiçek ve şiir, çevreden sevgi ve övgü sözleri eksik olmuyordu. Abbas göndermiş gibi seviniyordum hepsine. Abbas da kıskançlık yapmıyor sevgiye dair ne varsa hoş görüyordu. Tabii o ruhen güzelleştikçe ben ona bir kez daha aşık oluyordum. Mahalleye huzuru ve sevgi saygıyı Abbas aşılamıştı. Yolda kimi görse bir şekilde tebessüm ettiriyor ya da yardım ediyordu. Bütün mahallenin sevgilisi Abbas’ın bana karşı sevgisi de kendiyle büyüyordu en az benimki kadar. Karşılıklı sus pus oluşumuz bir anlaşma gibiydi. Dokunmuyor, dile getirmiyor, tepkide bulunmuyorduk bu duruma karşı. Birkaç şey dışında tabii. Her sabah lokantamın önünden geçerken yakasındaki gülü koklar, tebessüm eder ve elini kalbine koyardı. O elini kalbine koyar, benim içim kabarırdı. Koşullanmıştım artık. Onun geçeceği saatten on beş dakika önce kapının önünde bitiverirdim. Akşam da beni alıp apartmanın önüne kadar getirmesi için beklerdim hep. Hafta sonları pazar alışverişimi yapardı mesela. Yapma diyemezdik birbirimize. Ben de hafta başlarında o işe gittiğinde gider evini temizlerdim. Bir nevi evli gibiydik aslında. Kapısının da kilidi yoktu zaten. Ne gerek var, neyim var ki zaten der, kim gelirse güzel karşılar, insanlara güvenirdi. Hayatı boyu kibardı yiğit adam. Kaldırmadı yüreği o şeyi, o, o olayı.’’
               Sonra birkaç şey daha söylemek istedi de yüreği el vermedi Cevriye ablanın. Müsaade istedi ve gitti. Hala gururlu ve güzel bir kadın. Bütün mahalleli hayranlıkla bakardı dik duruşuna ve asaletine. Niceleri abayı yaktı. Kimseye yüz vermedi. Genç kızlardan bazıları aşkını ablasına anlatır, bu devirde aşık olmak mı varmış der şen kahkahasını atardı. Musallat olmadıkça ikisi için de sorun değildi Cevriye’nin bu tür gönül mevzularına maruz kalması. İkisine de sönük geliyordu böyle duygular. Kendi sevdalarının yanında sığ kalıyordu. Etraflarını saran dünyanın komik bir vesvesesi olarak görüyorlardı kendileri dışındaki olayları. Meyhanede babadan kız isteme geleneğini de Abbas abi getirdi mahalleye. Her şey tadında yaşansın isterdi. Genci yaşlısı demeden herkesi sürekli dinlerdi. Bir kere sesini yükseltmez, herkesi bir şekilde ikna etmesini bilirdi. Ölümüyle Cevriye ablayı da öldürdü Abbas abi. Evinde cansız bedeninden haberdar olduğumuzda üstünde yakasındaki çiçek de vardı. Cevriye abla bırakmıştı muhtemelen. İlk mahalleyi terk eden de o oldu bir hafta sonra. Sonra da kimse kalamadı zaten.

               Şehirler arasında sıkışıp kalmış güzel bir masaldı bizim mahalle. Dünyanın en güzel iki insanı birbirine denk gelmişti de kavuşamamışlardı bir çiçek yüzünden. Belki de ikisinin birbirini sevgiyle beslemesiydi, beşeri bir şekilde kavuşamamalarıydı onları güzelleştiren ve efsaneleştiren. Şimdi ikisi de birer kahraman gibi. Rengi solmuş insan ilişkilerinde ve dünya düzeninde kıpkızıl açmış birer karanfil belki…  

22 Haziran 2015 Pazartesi

MODERN ZAMANLARIN GELENEKSEL DELİKANLISI ABBAS AĞBİ



               ‘’Allah’ım şu hayatta kulların insaf etmedi. Sen insaf eyle de şu rakıdan yandığımız odun kalitesiz olsun ya rabbiii’’
               ‘’Amiiin’’. ‘’Buyrun başlayın ağalar afiyet olsun.’’
        Kültürüdür mahallenin cuma akşamları genci yaşlısı meyhanede buluşur hasbihal eder. Kimi tek kadehte eyvallah der kimi koca şişeye bana mısın demez. Açılış duasını ahalinin en büyüğü eder. Dua bitmeden kimse kadehi eline dahi almaz. Dua bitip içmeye başlanınca derdi olan derdini, fikri olan fikrini döker. Kimin ne sorunu varsa orada oturur halledilir. Mesela adetlerden biridir ilk kadehler içilince gönlü alevlenen genç varsa ilk kadehten sonra içlenir, kızın babasına derdini izah eder. İş bu konu açılınca ilk cümleden durumu anlayan baba elini kaldırır. Elini kaldırınca bütün meyhane o masaya dikkat kesilir. Aralarında fısıltılar neticeye varınca baba kabul ettiyse iki kadeh söyler. Kadehin biri oğlana biri babaya verilir. Baba ayağa kalkar, ‘’Oğlumun şerefine!’’ diye haykırır. Bütün ahali tek bir ağız ‘’Helaaal!’’ der. O gün o meyhanede tek kelime kötü olay konuşulmaz. Gönül işi bu ya neticede diyelim kabul etmedi. Tek kadeh ister baba. Kadeh gelir, baba elleriyle takdim eder. ‘’Bahtın açık olsun evladım’’ der, gönlünü alır. Kendi boş kadehini kaldırır. ‘’ Ahmet evladım yuvamı onurlandırdı, var olsun. Allah da onu doğru kuluyla onurlandırsın!’’ der, bütün ahali ‘’Eyvallah, Ahmet’ime!’’ der hepsi aynı anda oğlanın şerefine kadeh kaldırır. Gönlü alınmış genç mahcup bir ferahlama içinde hor görülmeden masasına yol alır. O gece hüzünlü şarkılar çalar meyhanede. Gencin masasındakiler genci kırmadan gönlünü alır. Gece başında meşe odunu gibi yanan genç, mangal alevi gibi dinginlenir, o gecelik sakinleşir.
        
     Haftalık stresi alınan mahallede kavga gürültü olmaz pek. Kavga çıktığı durumlarda mahallenin ileri geleni tarafından dinlenir, çözüme kavuşturulur. İlla çözülemeyecekse birkaç ikazdan sonra haksız olan taraf göçe zorlanır. Fırını ekmeği keser, manavı meyveyi. Berberin makası körelir, kasabın eti taze değildir. Çaresiz kalan ev ahalisi başka mahallelerin yolunu tutar.
           
    İleri geleni çoktur da mahallenin ben en çok Abbas abiyi severim. Filmin etkisi ve her daim hoş sohbetiyle Çiçek Abbas derler. Yardıma ihtiyacı olandan elini, çocuklardan harçlığı, mahalle kadınlarından çekirdeği eksik etmez. Meyhanede görün hele sohbetiyle, neşesiyle harbi harbi çiçek açtığı hissi uyandırır.
               ‘’Ooo Selim hoş geldin.’’
               ‘’Hoş bulduk Abbas abi, yer var mı?’’ ‘’Lan sana olmaz mı be. Kerim abine bir sandalye getir.’’
               ‘’Bugün ne konu abi?’’

 Eskilerden bahsediyorum be Selim. Masayı gençler şenlendirdi bugün bir fosil ben kaldım. Öyle doğma büyüme Ankaralı değiliz elbet biz de köyden göçtük geldik. Bizim köyden koca bi sülale adım attı ilk buralara. Ahanda bu baraj mahallesine yerleşti hepsi. Sonra köyde kim sıkıştı şehre göç etmek zorunda kaldı buranın adresini verdi köylü. Hepsinin evleri barkları aha bu mahalleliyle düzüldü, ayakta tutuldu. Güzeldi be eskiden Ankara evim ha bura dediğinde kurulurdu iki güne. Zengini fakirinin toprağına karışmaz, fakiri köylünün toprağına meyletmezdi. Herkesin yeri belliydi yurdu belliydi. Kimse kimseyi hor görmezdi haliyle. Şimdi Başgan kovalıyor biz kaçıyoruz. Her yer zenginin oldu. İki muhit arasına sıkışabildiysen ha böyle deme keyfine. Doğasını da bozuyor mahallelinin bakmayın siz. Ha bizim kuşak taşır da bu mahalleyi sizde bizden eser kalmaz demedi demeyin. Özeniyor gençler tabii şaşalı binalara, lüks arabalara, onların alemlerine, dünyalarına. Bak evladım büyük sözü dinleyin, görün tatmayın; bakın, aldanmayın; dokunun koklamayın. Sizin ununuz belli hamurunuz belli. Bu saatten sonra bozarsanız ne size hayır gelir ne mahallenize. Aha geldi bi avare daha. Bilal! Sen gel hele gel gel. ‘’Geliyorum abi’’

Bilal mahallenin en saf delikanlısıdır. Ucu kendine dokunmayan bütün mahalle işlerine koşturur da mevzu kendiyle alakalıysa kendinden en ufak ödün vermez. Eli de biraz sıkıdır. Sağlam yapılı eblek bakışlı bir çocuktur. Merttir de ağzı laf yapmayı bilmez. Zengin mahallesinde bir kıza yanık. Ne dediysek caymadı. Bi işimiz düştüğünde anında bitiverir, iş bitince görebilene aşk olsun.

‘’Bilal niye gözlerin ağlamaklı?’’
 ‘’Bişey yok ağabey’’.
‘’Otur bakalım, Bilal’ime kadeh getirin.’’
‘’İç tek seferde’’
               ‘’Tamam ağabey’’
 ‘’Heh şöyle şunu da iç.’’
 ‘’Tamam ağabey’’
               ‘’Aferin anlat bakalım şimdi’’
               ‘’Ağabey Pınar var ya. Alıverem seni dedim ona’’
‘’Ee’’
‘’Güldü bana’’
‘’Sen naptın?’’ ‘’Ben de güldüm ağabey’’
‘’Sen niye güldün Bilal’’ ‘’Herkes gülüyordu ağabey’’
‘’Şimdi niye gülmüyon oğlum?’’ ‘’ Üzüldüm ağabey’’
‘’Oğlum seviyorsan niye üzülüyon. Sevgi insanı üzer mi oğlum’’
‘’Üzer ağabey’’
‘’Oğlum, bak sen onun seni sevdiğine emin misin? Dalga geçiyor olmasın?’’
‘’Seviyorum dedi ağabey’’ gözleri iyice dolmuştu.
‘’Elini tuttun mu oğlum? Elinden tutup arkadaşlarına tanıttı mı seni? Bak şunu beraber yapalım dedi mi? Dişleri gözükmeden gözleri parlayıp gülümsedi mi hiç kahkaha atmadan?’’
‘’Yok ağabey’’

‘’Oğlum bak sen genceciksin daha. Önünü ardını görmezsin. Yolunu bilemezsin. Dalga geçer sevdi sanarsın, kahkaha atar sevindi bilirsin. Şu kafan var ya senin, o kafanın içindeki hiçbir şey yok o mahallede. Anlayamazsın, sevemezsin, akıl sır erdiremezsin. Vefa, birlik, sadakat, direnç, destek bunlar önemli şeyler. Senin vefan ayrıı, onların vefası apayrı. Ne onlar sana yaranabilir ne sen onlara yaranabilirsin. Seni severler, el uzatırlar kötüye yorarsın. Sen seversin el uzatırsın, hafife alırlar. Davul bile dengi dengine be yiğidim.’’ Bilal bu sefer katmerli bir acıya derman olsun diye hızlı gidiyordu. İçki bu tabii her gönlü hoş etmiyor. Abbas abi kalktı masadan. Bilal anlatmaya başladı. Geri geldiğinde elinde iki avuç ceviz vardı. ‘’Ben o kızı kaçıracam ağabey’’. ‘’Kaçırmayacaksın, tut bakalım şunları tek elinle.’’ zar zor da olsa kavradı Bilal. ‘’Aha bunlar yüreğine yüklediğin yük Bilal. Hepsini tutarsan yoluna gidemezsin. Sarsılırsaan zamansız düşürürsün. Aklını başına devşir Bilal. Kendine uygun olanları seç, sıkı sıkıya onları kavra Bilal. Tökezlersen, yoluna taş konursa, sarsılırsan hepsinden olma Bilal. Oranın kadını kelebek gibi Bilal. Tutarsın toz olur, salarsın uçar gider. Sen eli nasırlı adamsın, elinde o kelebeği sağlam zaptedemezsin Bilal.’’

Rakının getirdiği etkiyle Bilal’in dilinin kemiği erimeye başladı. ‘’Ederim ağabey’’
‘’Edemezsin Bilal’’
‘’Ederim ağabey’’ her başkaldırışta ses tonu bir perde artıyor, bir yandan elindeki cevizleri sıkı sıkıya muhafaza ediyordu. Zıtlaşmanın ve alkolün verdiği etkiyle iri yumruğunu olanca gücüyle masaya vurdu. ‘’EDERİM LAN!’’ sesi gürdü tek. Elinde sımsıkı tuttuğu cevizler dışında bütün vücudu uysallığını koruyordu. Hiddetli haykırışının sonlanmasıyla Abbas abinin nasırlı ve hacimli avucunun Bilal’in yüzüyle buluşması bir oldu. Bilal bir tarafa cevizler bir tarafa savruldu. Abbas abiyi ilk defa bu hareketiyle gören bütün ahali sus pus olmuştu.

‘’Bak avcuna itoğlit’’ Bilal ağlıyordu. Boşalan eli refleksif olarak sımsıkı yumruk olmuştu. Hüngür hüngür ağlamaya başladı.
‘’Baktım ağabey’’
‘’Ne var lan elinde?’’
‘’Hiçbir şey ağabey’’ iyice gözyaşlarına boğuldu.
‘’Var orada iyice bak’’
‘’Yok ağabey’’
‘’Canın var lan senin orada canın. Aha bir tek o kaldı elinde. En ufak sarsıntındı bu Bilal. Tek tokatlık mı yetiştirdi baban seni. Siktir git kendine gel şimdi. Yarın da yanıma uğra.’’
‘’Bundan sonra o mahalleye gönül salan bu meyhaneye adımını atmasın.’’ Elini masaya vurmasıyla Bilal’le sarsılan masanın yere çökmesi bir oldu. İlk hiddetini göstermiş, mahalleliye ilk büyük huzursuzluğu tattırmıştı. Meyhaneyi terk etti. Ardından bütün ahali evin yolunu tuttu.

Gün geçti Bilal kendine geldi. Ağabeyinin lafını dinledi, yanına uğradı. Alkolün etkisi geçmiş, ağlaması kat be kat artarak devam etmişti. Bina önündeki kalabalıktan sıyrılıp eve girmeyi başardı. Abbas ağabeyini görünce dağ gibi çocuk olduğu yere çöküverdi. Kaba cüssesine rağmen zarif adamdı Abbas abi. Evladı gibi gördüğü delikanlıya kaldırdığı eli, bozduğu huzuru kaldırmamıştı o güzel yüreği. Sabaha karşı diyorlar, soluvermişti Abbas abi. Bilal kendine geldi, tabutunu da en önde o taşıdı.

Mahalleli o günden sonra ne meyhaneye uğrar oldu, ne de sohbet eder oldu. Mahallenin yaşlıları yavaş yavaş göçmeye başladı. Bir daha neşe ve huzuru yakalayamadı ahali. Güleç yüzleri gitmiş, çiçekleri solmuştu. Gökçek geldi zaten sonra. Buraları yıkıp çevre düzenlemesi yapacağım dedi. Ses etmedi kimse. Yaşlılar köyüne yol aldı, gençler şehirde arabesk kaldı. Mahalle güzel villalarla öründü, modern yaşam merkezi oldu. Çiçek Abbas vardı bir de. Unutuyor insanoğlu Abbas abi de affetsin. Yıllar sonra hatırlayıp ziyarete gidenler oldu. Gömüldüğü ağaca toprak oldu, Çiçek Abbas Çınar Abbas oldu. Giden köylü anlatır da kimse inanmazmış. Çınar Abbas tekrar çiçek oldu, Çınar yaprakları bir mevsime mahsur gür gür, renk renk çiçek doldu.     


19 Haziran 2015 Cuma

PAKETİNDE SEVGİ YAZIYORDU

Haddinden fazla şişmiş damarlarım, bedenimden ruhuma göçmüş kaslarım ve hasta yatağında Azrail’le münakaşa içinde olan bedenim müsaade ederse kendimi tanıtayım. İsmim Abdil, deli Abdil de derler. Yıllarca mahallede huysuzluk çıkaran, çocukluk anılarında yağmalanan bahçesini taş atarak koruyan huysuz ihtiyar var ya, işte o benim. Yüz yaşıma ayak basmama on yedi saat kaldı. Doktorlarla onun mücadelesini veriyoruz. Benden sorumlu olanı pek bir hevesli yeni doktor. Morg kaydıma 100 tam not vermek için Azrail’in nefretine maruz kalmayı göze alıyor. Ben de içimde bu savaşımda tek sayılmam. Çocukluğunda bacağı aksak kalmış iyi yanım sapasağlam gündelik olaylarla dinçliğini koruyan kötü yanımın kucağında sağa sola savrula savrula kalın bir ipte bu zamana kadar geldik. Bi ipte iki cambaz yürümez derler ya yalan. Zor da olsa yürüyor şahidi benim. İkisinin de davranışları doğalarına aykırı gariplerin. Kötü olan iyi olanı bırakıp rahat hareket edemiyor, iyi olan kendini feda edip kötü olanın yolunu kolaylaştıramıyor. Nasıl bıraksın ipin bi tarafı cehennem bi tarafı cennet. Bi tarafa yeltenip düşseler nihayete erecekler. Tüm bu ipte kalmalarının ısrarı da bu yüzden.
Ne diyordum, heh. O yaşlı moruk benim işte. Elli yıl sonra kalem aldım elime. Sabah akşam ikişer serumla besliyorlar beni. Biri iyi, biri kötü yanım için. Peki neden kötü bir insanım bunu anlatayım. Herkes kötü olsa da kötü insan neden kötü olur hep merak ederler. Farkında değildirler zaten kötülüklerinin. İnsan sevdiklerine ve sevmek istediklerine kötü davranır ben bunu bilirim. En azından kendi hikayem bu noktada başlıyor. Altı kardeştik en büyüğüydüm. Diğer kardeşlerimle birlikte evde eser miktarda sevgiden gram nasibimi alamamakla başlıyor huysuzluklarım. Üzerime ilgiyi artırmak için ev içinde ve dışında bütün çirkin işlere bulaştım. Annem terliğiyle odama kadar gözyaşları içinde kovalar ve dakikalarca hunharca girişirdi. Bir yandan gözyaşları içinde haykırırken bir yandan da ailenin doğurgan kişisiyle baş başa geçirdiğim saniyeleri hatta bazen dakikaları sayardım. Sonra babam geldiği gibi hışımla ‘’Nerde o piç’’ der direkt yanıma koşar, nasırlı elleriyle dakikalarca okşardı beni. Bir kere hiç unutmam 560 saniye. Dayaklar kesilince kapalı ışık altında iç geçire geçire tuttuğum saniyeleri çarpanlarına ayırırdım. Çarpma etkisinin psikolojik yan etkileri işte.            
               Yıllar geçtikçe bu adamı ancak bir kadın paklar dediler de görücü usülü Feride’yi istediler bana. Usluca utangaç bir kadındı. İri gözleriyle kaş altından korku içinde bakardı. Çok sevmiştim onu. Benimle evlenebilme ihtimalini aklım almıyordu. Çenesi altında nokta halinde üç beni, utandıkça kızaran elmacık kemikleri, tabla kıvamı alnında doğası gereği kalem gibi çizilmiş alnına küçük gelen güzel kaşları vardı. Kardeşleriyleyken şen şakrak olan doğası ben ortama girdiğimde mahcup bir sakinlik ve utangaçlığa bürünüyordu. Çoğu kez anlamsız geliyordu ve sevgi hali bu durum hali hazırdaki cinlerimi harekete geçiriyordu. Nihayet evlenip müstakil bir aile olduğumuzda alışkanlık kazanmasın diye tek bir güzel jesti bırak, iyi bir söz dahi söylememiştim. İlk üç ay düzelir diye muazzam sabır gösteren kadını dördüncü ayımda zıvanadan çıkarmayı başardı. Bu başarısını ağzını yüzünü ellerine dökerek anasının evine göndermekle taçlandırdım. Çok pişman oldum, her pişman oluşumda evlerini basıp kadını defalarca döverek yatıştırmayı başardım. Bir yıl dayanabildi garibim. Kanser olmuş ölmüş diyorlar. Bütün akraba eş dost bağını kopardı sonra. Hepsini ağız dolusu küfürler ettim. Bizimkilere hasta yatağında evini barkını zorla sattırarak bahçeli bir ev aldım. Ufaklıklar mirastan nasiplenemedi tabii. Hepsini mezarlarına kendi ellerimle gömdüm sonra. Allah onlardan alıp bana vermişti dur bakalım yaşasın daha neler yapacak diye. Çok pişman oldum. Oldukça da birilerini hırpaladım. Altmışımdan sonra aklım başıma biraz biraz gelmeye başladı. Geldi dediysek de öyle iyi davranmadım yine. Sadece kötü davranışlarımı sevdiğim insanları kaybetmemek üzerine yaptığımı fark ettim. Bilinçli kötülük evrem başladı sonra. Bilirsiniz mahallenin en güzel meyveleri en mendebur adamın bahçesinde yetişir. Bizim mahallede de o en güzel bahçe bendeydi haliyle. Yalnız kaldıktan sonra en büyük aktivitem sabah kahvaltısının ardından en güzel taşları biriktirip mahallenin çocuklarını beklemek olurdu. Bir gün birisi bahçe duvarına benim resmimi çizmiş, bir hışımla bulup dövdüm veledi. Akşam da eski usül Zenit makinemle duvarın fotoğrafını çektim yatağıma astım. Bir gün Ömer’i çağırdım yıllar sonra. Büyümüş kerata mahallede erik toplayan çocukların en küçüğüydü. Onları sevdiğimi söyledim. Niye taşladın diye sordu. E evladım erikler bitse gelmezdiniz ondan korktum dedim. Hatta başta biraz yiyin diye beklediğimi söyledim. Koca çocukluğunda altı kez eriklerimden yiyebildiğini söyledi hala sitemkar. Ekledi bir de biz hep gelirdik diye. Sevdiklerine zulmetmemek gerekiyormuş öyle dedi. Karşındaki severse hele hiç zulmetmemek gerekiyormuş Feride gibi. Sevgini gösterirsen sevgisini zaten sakınmazmış insan sevdiğinden. Öyle acı çektirmeye de gerek yokmuş pek. Çok geç öğrendim bunu da. Sevmeyi öğretmediler ki diyorum hep. Kendi yollarımızla öğrendik sanırım. Tesadüfi karşılaştığımız şiddet anının bireyselliğini sevgi sandık, ha bire o sevgiyi beslemeye uğraştık. Ne mutlu olduk ne mutlu ettik. Sadece sevdik kendimizce. Hunharca hem de. Karakterimize oturdu değiştiremedik de şu zamandan sonra. Artık zamanım geliyor hissediyorum. Umarım Feride’yle şu halimle karşılaşırım da elim kalkmaz sevgi göstermeye. Kan damarlarımdan çekiliyor hissediyorum artık. Parmak uçlarım karıncalandı ve hükmedemiyorum da. Son bir gayret saate baktım. 23.57. Üç dakika daha duramam sanırım. Son kötülüğümü genç doktora yapacağım. Nasıl da hevesliydi garibim. Alzheimer diyorlardı bir de. Salaklar, bak ben hepsini hatırlıyorum. Ömer’in gönderdiği çiçeklerin kokusu nefesimi kesiyor. Gerçekten gaipe yumuşak bir geçiş halinde uyukluyorum.
               -23.58.54- ‘’Doktor bey hasta vefat etti.’’ Hemşire gergin ve ürkek bir ses tonuyla doktora seslendi. Doktor üzgünden çok gergin bir ses tonuyla cevabından korktuğu soruyu sordu. ‘’Hangisi?’’. ‘’Şu yüz yaşına girecek olan’’. İçinden kızgın ve yüksek bir tonda küfürler savurdu. Umutla beklediği bu gereksiz an huysuz ihtiyar tarafından itinayla bozulmuştu. Celallendi, masadaki mumunu henüz yaktığı pastayı tek celsede yere savurdu. ‘’HUYSUZ İHTİYAR ATTIN YİNE SON GOLÜNÜ’’. ‘’Ömer bey gönderelim mi merhumu morga uğrar mısınız?’’ Hemşire korku dolu gözlerle soruyordu sorularını. Götürün dedi, ben yarın uğrar morgta bakarım. Buraları da sen temizle temizlikçiyi çağırma.
               ‘’Ömer 27 yaşında tazecik bir doktordu. Çok sevdi, hiç sevilmedi. Her girdiği ortamın en küçüğüydü. Çocukken bahçelerden erik toplayan çetelere üyeydi, erik yemişliği çok azdı. Kimse mesleğinden gayrısına ilgi göstermedi. Abdil amcası vardı, yıllarca ona kötü davrandı. Bir gün yanına çağırıp derdini anlattı. Ömer kitaplardan okuduklarıyla ahkam kesti, dert yandı. Ama söylediklerini hiç yaşamadı. Abdil amcasından gördüğünü sevgi sandı, sevmeyi öğrendi. Bencilce ve hayvanca hep o sevgiyle yaşadı.’’

18 Haziran 2015 Perşembe

NASİHAT



           Ulvi olaylar bile sıradan sonuçlara mahkumsa, olumsuz her olay, her insan ve karar yüreğine yerleştiriyorsa düşündükçe batan iğneyi; yüreğindeki iğneyi fazla oynatmadan önüne bakacaksın canım kardeşim. Üzmeyeceksin kendini, öyle saman gibi alev alır almaz yanıp yok olmayacaksın. Öyle boktan püsürükten her bir olaya da kırılmayacaksın. Sorunları zihninin merkezine oturtmayacaksın ya da hayatından bir dal ateş alıp geçenleri. Yüreğinin orta yerine söndürmeden atıp gidiyorsa izmariti, yanmamak için gerekiyorsa sen kendin basacaksın üstüne canım kardeşim. 

           Yalnızsın şu dünyada bunu asla unutma. Ne olursa olsun yalnızsın. Şu her uzun yolda hissettiğin duygu var ya, işte o duygunun keskinliği kadar yalnızsın. Birçok misafirin oldu, oluyor ve olacak fakat değişmeyen durum yalnızlığın olacak. Çok insan gelip geçecek bu topraklardan kardeşim, bazısına yoldaş olacak, bazısına yataklık edeceksin. Kimi hoyrat davranıp dağıtıp gidecek, kimi giderken bıraktığım gibi mi diye son bir kez kontrol edecek ama hepsi gidecek canım kardeşim. En son sükun içinde kendi kendinle baş başa kalacaksın. Dünyada tek değilsin canım kardeşim sakın bu gaflete de düşme. Dünyadaki kimse de tek değil unutma. Milyarlarca canlıyla paylaşıyorsun şu evreni. Ne yaşıyorsan, aklında ne varsa ve nasıl yaşadıysan önemli değil. Kendine ve herhangi birine özel bir rol atfetme. Sen de o da ya da bir başkası da yedi milyar insandan sadece birisi unutma. Çok sevdim demeyeceksin, çok güzel severim de… Sevgine öyle özel roller yükleme. Kaldır başını bak çevrene. Görmüyor musun herkes gibi seviyor, herkes gibi özlüyor, herkes gibi ilişki yürütüyor, herkes gibi şakalar yapıp yine herkes gibi ayrılıyorsun. Herkes gibi yaşıyorsan ve son noktaya geldiğinde artık senin de diğerlerinden farkın kalmıyorsa, takılıp kalmayacaksın hiçbir şeye, herkes gibi unutmasını da bileceksin canım kardeşim.
          İnsanları sev, değer ver ama değersiz olduklarının farkında ol canım kardeşim. Sağlam dur savrulma öyle en ufak karayelle. Kötü davranma hiçbir kula, kindar olma; sana kötü davransalar da yaralama hiçbir yüreği. Değer verdiğin, sana tat veren şeyler zamanla tiksinti ve utanç da verebilir. Bozuyorsa yüreğinin tadını, değişmişse ve bu değişim dayanılmaz bir hal aldıysa barındırma bünyende. Maddenin doğasına duyduğun saygıyla bozmadan dağıtmadan olduğu gibi arındır bünyenden. Sen haklı değilsin, çoğu zaman haksız da olmuş olabilirsin bunların pek önemi yok canım kardeşim. Sen iyi niyeti elinden bırakmamak kaydıyla doğru bildiğini yapmaktan yine de çekinme. Bencil olma, bencilliğinle tüketme çevrendekileri. Dokunduğun insanın da milyon düşünceleri ve duyguları var kafasında unutma. Bir yumrukluk yüreğini göz ardı etme asla. Terazi senin elinde şirazeyi kaçırma canım kardeşim. Empatinin rüzgarına kaptırıp kendi benliğini de yok etme. Her insan için kendi ve diğerleri mevcut şu dünyada her adımda bunu fısılda kendine. Dünyada yegane olduğunu, dünyadakilerin de yegane olduğunu, buna bağlı olarak her biricik bireyin aynı zamanda birer toz tanesi kadar da değersiz olduğunu unutma. 

          Gelecek planların ve hayallerini canlı varlıklar üzerine kurma canım kardeşim. İlkelerin, hedeflerin ve isteklerini belirle ve kendinden olabildiğince taviz verme. Kendini kaybetme şu dünya üzerinde ve benliğini yitirme. Kendine kendinden başkası sadık kalamaz kardeşim, kendini kendine asla küstürme. Birçok olay da çıkacak karşına ve hepsiyle mücadelen ancak benliğinin yerinde olmasıyla mümkün olacak. Kısacası ne kimseyi kır ne kendinin yok olmasına izin ver. Unutma sen yok olduğun vakit her şey manasız olacak.

          Çok hayal kırıklığı yaşadın belki. belki bütün kötü olaylar da üst üste geldi. Belki bu sefer vallahi de kalkamıyorum diyorsun. Öyle deme canım kardeşim kalkarsın. Belki daha güzel kalkarsın. Sen kendine hakim ol, kendini bil ve kendini dengele her zaman. Kendini değersiz hissedeceğin yerlerde ve yüreklerde kalmakta ısrar etme. Kendini her gün yeniden tanı. Bakamıyorsan artık kendi yüzüne, cesaretin de yoksa hiç. Güzel bir anı vardı çoktan unutmuşsundur. Bir gün aynada dikkatlice bakıyordun kendi yüzüne, gözlerin parlıyordu ışıl ışıl ve gülümsüyordun en saf en güzel halinle. İşte o tebessümü hep hatırla, hiç unutma canım kardeşim. Biz pek hatırlayamadık bu ara…

14 Haziran 2015 Pazar

UZAKLAR DA YAKIN OLUR

‘’Abi uzak ne demek?’’. Anlık sorulunca cevap da veremiyor insan. Pek çok kelimeyi anlamını düşünmeden kullandığımızı fark ettim o an. Zaman kazanmak için bir süre gözlerine baktım. İri gözlerini saydam parlak bir sıvı sarmalamış, kafasındaki soru işaretini şeklen yansıtan kaşlarının yukarı seyri yeşil zeytin gözlerini iyice ön plana çıkarmıştı. ‘’ Ne yapacaksın bakalım sen bu kelimenin anlamını?’’. Gayri ihtiyari sormuş bulundum. ‘’Ödevde yazıyor bilmiyorum anlamını.’’ 1. Sınıfa gidiyor henüz. Hem kendimi kurtarmak hem de sözlük kullanımını öğretmek amacıyla hadi sözlükten beraber bakalım dedim. ‘’Uzak olmayan yer’’. Evet faydalı olmak için giriştiğim eylem tdk ile bir kez daha elime yüzüme bulaştı. ‘’Gitmesi uzun zaman alan yer Yağmur.’’ dedim.  Tdk rezilliğini ötelemek için kendi cümlemle dolduruverdim o minik zihnini. Merakın etkisiyle yukarı kalkmış olan kaşları cevabın etkisiyle gözlerinin üstüne çöküverdi. ‘’Anladım’’ dedi, odasına geçti. Birkaç dakika sonra geri döndü, ‘’Abi uzaklara gitmek çok mu zor?’’. Değil tabii dedim. Her zaman uzak gelmeyebilir. Kaşları tekrar aynı merakı yansıtmak üzere yerlerini aldı. Açıklamaya devam ettim. Mesela arabayla gidersen o kadar uzak gelmeyebilir. Ya da uçağa binersin daha yakınmış gibi hissedersin. Şenlendi birden anlam veremedim. Yanağımdan öptü. ‘’Biliyor musun sen dünyanın en güzel abisisin.’’ Sevgisine karşılık verip sarıldım, ‘’hadi bakalım derse devam et sonra seninle oyun oynarız.’’ Tamam dedi odasına gitti. Odasından çıkmadı o akşam. Merak edip odasına baktım. Halıda oynanmış evciliğin izleri olduğu gibi duruyordu. Yatağına geçmiş elleri yastık altında üstü açık uyuyakalmış cimcime. Üstünü örttüm, ışığı kapattım.
‘’Abii’’. Kız kardeş sahibi olmak böyle bir şey. Her sabah kahvaltıya o uyandırır. Birkaç kez kapıyı tıklar ve aynı ses tonuyla seslenir. ‘’Annem çağırıyor kahvaltı hazır.’’ Cinsel kimliklerin farkı küçük yaşta oda mahremiyetine saygı yetisini kazandırmıştı. Kapıyı çalar, gel demeden katiyen kapıyı açmazdı. İlginç bir şekilde kimse de öğretme gereği duymadan oluvermişti bu duyarlılık. Ben de aynı şekilde yaklaşıyordum kapısı kapalı olduğu zamanlarda kendisine. Kapıyı açtım. Mutfağa çoktan gitmişti. Karşı duvara kağıt yapıştırmış günaydın yazıyor üstünde. Latinden çok kiril alfabesine benziyor. Sanırım yanındaki de kalp işareti. Yeni öğrendi okuma yazmayı. Neler de biliyor. Çağırdım, öptüm ve geri yolladım mutfağa. Yüzümü yıkayıp ben de yöneldim kahvaltıya. Çok soru sorar alışkınızdır. Şen şakrak yapısı eşliğinde art arda gelen soruları hiç aksatmadan cevaplarım. ‘’Abi şehirler arasındaki uzaklığı bilmek mümkün mü?’’  ‘’Mümkün tabii haritalardan bakabilirsin.’’ ‘’Gerçekten mi?’’ ‘’Evet. Gel bak.’’ Kahvaltıyı yarıda kesip odamdaki atlasa doğru yol aldık. Rastgele bir Türkiye haritası açıp gösterdim. ‘’Bak bunlar şehirler, şu altta da ölçek var. Cetvelle buraların boyuna bakıyoruz ve şu sayıyla çarpıp öğreniyoruz. Çarpmayı öğrendiniz değil mi?’’ Kafasını iki yana salladı. Çabuk ağlar yapısı gereği. Ağlamasına fırsat vermeden cetveli elime alıp gösterdim. ‘’Bak iki yer arasında bu cetvelde ne kadar boşluk varsa o kadar uzaktır.’’ Gözleriyle gülümsedi. ‘’Yani boyu kısalırsa uzak olmaz mı?’’ olmaz tabii. Öptü, kahvaltıya geçtik.
Okula götürürken harçlık istemeye başladı. Ne yapacağını sorduğumda, arkadaşlarıyla meyve suyu aldıklarını söyledi. Her gün ufak tefek harçlıklar vermeye başladım. Rüşvet gibi ben harçlık veriyordum o içten sarılıyordu. En ucuz sevgi edinme yöntemi. Bir gün okuldan gelirken kırtasiyeden oyuncak almak istedi. İçinde uçak, araba, asker gibi plastik oyuncakların olduğu poşete yöneldi. ‘’Bunu istiyorum alır mısın?’’ Her bakışında çaresiz kalırım. Sebebini sordum, arkadaşının doğum gününü kutlayacaklarmış. Aldık, yine mutluluktan havalardaydı.
Aynı rutinde devam ediyordu hayat. Derslerimin yoğunluğundan fark edemez oldum odasından hemen hemen hiç çıkmamaya başladığını fark ettim. Uyumuş, odası kapalıydı. Abilik güdüsü ağır bastı, uykusunda öpme isteğime yenik düşerek sessizce kapısını açıp ışığı yakmadan yatağına yöneldim. Yanağına yumuşak bir dokunuş yaptığım anda yorgan altında ucu gözüken defter kabını gördüm. Sessizce çektiğimde fark ettim kabaca yapılmış bir hediye kabı olduğunu. Meraka yenik düşüp içindekileri dökmeden odama taşıdım. Odamda kabın içindekileri boşalttığımda öfkeyle başlayan duygularımın yerini kesif bir hüzün aldı. Bir not, bir harita, bir uçak ve bir araba vardı. Notu açtım:  ‘’Çok uzağa gidecekmişiz demiştin ya. Üzülme. Abim bana uzaklara nasıl kolayca gidebileceğimizi öğretti. Tekrar beraber oyun oynayabileceğiz.’’ İlk sevda tohumlarını taşıyordu minik yüreğinde. Ve hüznün, ve ayrılığın ilk acısını. Kirlenmemiş dünyası ve oyunları, acı gerçeklerle kararıyor ve bölünüyordu. İlerleyen yıllarda hayatına sık sık müdahale edecek o karanlık el ilk müdahalesini yapmıştı. Ve bu sevgi dolu küçük beden çaresizliği ve karamsarlığı öğrenmemişti henüz. Olabildiğince özenle bantlanıp katlanmış kağıdı açtığında fark ettim durumu. Deneyimsiz ellerle tekrar elden geçirilen haritada Ağrı’yla Ankara arasındaki iller kesilmiş, uzaklar yakın hale gelmişti. İki çöp çocuk el ele tutuşmuş gülümsüyordu bu soğuk memleketlerin üzerinde. Karanlık kaplıyordu içimi, bir yandan da garip bir umut. Yeterince istendiğinde çözümü vardı belki de her şeyin. Belki de yoktu, kim bilir. Ama umutsuzluğun çaresi her halükarda mümkündü. Tüm eşyaları toplayıp aynı şekilde yorgandaki yerine yerleştirdim özenle.
Birçok kez şahit oldu bu memleket bölünme senaryolarına. Ama hiçbirinde bu kadar güzel bölünmemişti…