26 Haziran 2015 Cuma

AH CEVRİYE, GÜZEL KADIN!

İki ricam olacak:
 1-Bir alttaki hikayenin devamıdır dikkat ediniz. 
 2-Bu şarkıyı dinledikten sonra yahut şarkıyla birlikte okuyunuz. İyi okumalar...



               Dış dünyaya tepki olarak kendi içine kapanmış, modern tabirle ilkel kalmış mahallelerin genel yapısıdır. Monarşik yapıyla düşünüp demokratik yapıyla hareket ederler. Bizim mahalle de öyledir işte. Kendini içine almaya çalışan dünya düzenine karşı kapıyı içerden kilitlemiş, tüm zorlamalara rağmen kendi bildiği gibi yaşamakta kararlı insanlardan örülüdür mahallemiz. Okumuşluğumdan sıyrılıp bizimkiler gibi anlatacak olursam mahallemizde örnek alıp kutsallaştıracağımız bir olay ve bir insan muhakkak vardır. Bunlardan en güzel iki tanesidir Abbas Abiyle Cevriye Abla.
               Bilirsiniz her mahallenin ‘’yaban gülü’’ olarak tabir edilen, modern dilde ‘’taş hatun’’ dedikleri bir ablası, bir kadını vardır. Bizim mahalleninki de Cevriye Abla. Yıllar boyu mahalle ahalisinin gönlünü yakan, konum itibariyle ses çıkaramadıkları bir afettir ablamız. Aynı zamanda mahallenin kuruluşundan bu yana dilden dile dolaşan hikayenin de iki kahramanından biridir. Tahmin edeceğiniz gibi öbürü de Abbas abimiz.
               Geçen ay yaşanan vahim bir olayın ardından Abbas abinin vefat etmesiyle öğrendik efsanenin aslını astarını. Bizimkilerde adettendir biri vefat ettiğinde cenazesinden sonra toplanılır, sevdiği insanlar son bir kez etraflıca anılır. Abbas Abi vefat ettiğinde Cevriye Abla konuşmadan kimse cesaret etmedi anlatmaya. Yaşadığı o büyük yıkıma rağmen gözünü kırpmayıp dimdik duruşuyla kendine yeniden hayran bırakan ablamız, sesini ve gözlerindeki buğuyu giderdiği an başladı konuşmaya.
               ‘’Kendimi bildim bileli tanırım Abbas’ı. Yani onun olmadığı bir gün geçirmedim şu dünyada, bugün dışında. Abbas kendi başına bir şeyler yapmaya çabalayan, etrafına karşı çekingen bir çocuktu. Mahalleli ortaklaşa çeşitli oyunlar oynarken o kendi başına çamurla oynar, ben de evcilik oynarken bir yandan hayranlıkla onu seyrederdim. Abbas ‘’özel’’ bir çocuktu. Yani bazı konularda akranlarından biraz gerideydi. Arkadaşlarının dalga geçtiğini görmesem de o kendini bilir ve kendini geri çekerdi. O yaşına rağmen olayların farkında ve bunu aşmaya çalışıyor izlenimine kapılırdım. Ben de bu durumunu hayranlıkla izler, yaklaşamasam da bir gün onunla oynayacak olmayı hayal ederdim. Nitekim okula başladığımızda hayalim gerçekleşti. Sorunlu bir ailenin tek çocuğum. Bir yandan prensesler gibi büyütülürken bir yandan da kendimi bildim bileli evi idare ettiğimi hatırlıyorum. Bunun verdiği cesaretle ilkokulda direkt yanına oturdum sıra arkadaşı oldum. Tüm ömrüm boyunca aldığım en güzel karardı inanır mısınız? Ona ulaşmak çok zordu. Farklı düşünüyor, farklı yaşıyor, farklı mutlu oluyordu. Güler dediğim noktalarda gözleri doluyor, üzerim dediğim noktalarda gülücükler saçıyordu. Farklı bir evrene giriyordum sınıfa geldiğim zamanlarda. Her sınıfa geldiğimde muhakkak güzel bir şeyler olurdu. Üstü boyalı taşlar, kokulu silgiler, sayfaları çevirdikçe hareket eden resim defteri. Mutlu bir çocukluk geçirdim sayesinde. Ve sevgi bakımından doyum kaynağımdı Abbas.’’
               Biraz gözleri buğulandı, bir müddet bekledikten sonra devam etti Cevriye abla. ‘’Bilmezsiniz siz Abbas’ın çiçekliğinin nerden geldiğini. Gençleşmeye başladığı anda bile şeker gibi  bir insandı kendisi. Bencil huyları yoktu pek. Elinde avucunda ne varsa paylaşır, her işe koşar, akıl verir ve mutlu ederdi arkadaşlarını. Diğer insanlardan geride kalan yanlarını normal insan seviyesine çekmeyi başardığı gibi birçok konuda da yaşıtlarını geçmeyi başarmıştı. Bir tek o hastalığın getirdiği mahcubiyeti atamadı üstünden. Liseye gittiğimiz zamanlardan bir gün çiçek koymuş defterimin arasına. Başta fark etmedim çiçeği. Defterin arasından sıyrılıp düşmesiyle bütün sınıfla birlikte haberdar oldum çiçekten. Bütün sınıf çiçeğe odaklanmışken ben Abbas’a bakıyordum. Çiçekten daha kırmızıydı Abbas. Yüzündeki şoka rağmen sakinliğini korur vaziyette çiçeği yerden aldı, yüzüme bakamadan yakasına takıp koridora çıktı. Ses edemedim arkasından, gidemedim yanına. O da dönmedi o gün geri. Ertesi gün hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. Sakin ve iyice içine kapanıktı. Birkaç kez konuşmaya çalıştım da başaramadım. İlk göz ağrım, ilk heyecanım ve ilk aşkım çiçekle birlikte yerle yeksan olmuştu. Çiçek Abbas lakabı, o günün gençleri arasında hafızalara kazındı. Abbas’ın sevgisinden ve Abbas’a duyulan saygıdan kimse yaklaşmadı lisede ve sonrasında yanıma. Ben de hiç öyle bir arzuya kapılmadım tabii. Hep o güne isyan edip hiç olmamış gibi yaşamak zorunda kaldım. O günden sonra da bahsi açılmadı konunun.
               İlerleyen yıllarda aramızdaki bağ bir sevgiliden öte kuvvet kazandı. Abbas boy attı, mahallenin güzel abisi oldu, ben ise mahallenin gözdesi. Kapımdan çiçek ve şiir, çevreden sevgi ve övgü sözleri eksik olmuyordu. Abbas göndermiş gibi seviniyordum hepsine. Abbas da kıskançlık yapmıyor sevgiye dair ne varsa hoş görüyordu. Tabii o ruhen güzelleştikçe ben ona bir kez daha aşık oluyordum. Mahalleye huzuru ve sevgi saygıyı Abbas aşılamıştı. Yolda kimi görse bir şekilde tebessüm ettiriyor ya da yardım ediyordu. Bütün mahallenin sevgilisi Abbas’ın bana karşı sevgisi de kendiyle büyüyordu en az benimki kadar. Karşılıklı sus pus oluşumuz bir anlaşma gibiydi. Dokunmuyor, dile getirmiyor, tepkide bulunmuyorduk bu duruma karşı. Birkaç şey dışında tabii. Her sabah lokantamın önünden geçerken yakasındaki gülü koklar, tebessüm eder ve elini kalbine koyardı. O elini kalbine koyar, benim içim kabarırdı. Koşullanmıştım artık. Onun geçeceği saatten on beş dakika önce kapının önünde bitiverirdim. Akşam da beni alıp apartmanın önüne kadar getirmesi için beklerdim hep. Hafta sonları pazar alışverişimi yapardı mesela. Yapma diyemezdik birbirimize. Ben de hafta başlarında o işe gittiğinde gider evini temizlerdim. Bir nevi evli gibiydik aslında. Kapısının da kilidi yoktu zaten. Ne gerek var, neyim var ki zaten der, kim gelirse güzel karşılar, insanlara güvenirdi. Hayatı boyu kibardı yiğit adam. Kaldırmadı yüreği o şeyi, o, o olayı.’’
               Sonra birkaç şey daha söylemek istedi de yüreği el vermedi Cevriye ablanın. Müsaade istedi ve gitti. Hala gururlu ve güzel bir kadın. Bütün mahalleli hayranlıkla bakardı dik duruşuna ve asaletine. Niceleri abayı yaktı. Kimseye yüz vermedi. Genç kızlardan bazıları aşkını ablasına anlatır, bu devirde aşık olmak mı varmış der şen kahkahasını atardı. Musallat olmadıkça ikisi için de sorun değildi Cevriye’nin bu tür gönül mevzularına maruz kalması. İkisine de sönük geliyordu böyle duygular. Kendi sevdalarının yanında sığ kalıyordu. Etraflarını saran dünyanın komik bir vesvesesi olarak görüyorlardı kendileri dışındaki olayları. Meyhanede babadan kız isteme geleneğini de Abbas abi getirdi mahalleye. Her şey tadında yaşansın isterdi. Genci yaşlısı demeden herkesi sürekli dinlerdi. Bir kere sesini yükseltmez, herkesi bir şekilde ikna etmesini bilirdi. Ölümüyle Cevriye ablayı da öldürdü Abbas abi. Evinde cansız bedeninden haberdar olduğumuzda üstünde yakasındaki çiçek de vardı. Cevriye abla bırakmıştı muhtemelen. İlk mahalleyi terk eden de o oldu bir hafta sonra. Sonra da kimse kalamadı zaten.

               Şehirler arasında sıkışıp kalmış güzel bir masaldı bizim mahalle. Dünyanın en güzel iki insanı birbirine denk gelmişti de kavuşamamışlardı bir çiçek yüzünden. Belki de ikisinin birbirini sevgiyle beslemesiydi, beşeri bir şekilde kavuşamamalarıydı onları güzelleştiren ve efsaneleştiren. Şimdi ikisi de birer kahraman gibi. Rengi solmuş insan ilişkilerinde ve dünya düzeninde kıpkızıl açmış birer karanfil belki…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder