İki ricam olacak:
1-Bir alttaki hikayenin devamıdır dikkat ediniz.
2-Bu şarkıyı dinledikten sonra yahut şarkıyla birlikte okuyunuz. İyi okumalar...
Dış
dünyaya tepki olarak kendi içine kapanmış, modern tabirle ilkel kalmış
mahallelerin genel yapısıdır. Monarşik yapıyla düşünüp demokratik yapıyla
hareket ederler. Bizim mahalle de öyledir işte. Kendini içine almaya çalışan
dünya düzenine karşı kapıyı içerden kilitlemiş, tüm zorlamalara rağmen kendi
bildiği gibi yaşamakta kararlı insanlardan örülüdür mahallemiz. Okumuşluğumdan
sıyrılıp bizimkiler gibi anlatacak olursam mahallemizde örnek alıp
kutsallaştıracağımız bir olay ve bir insan muhakkak vardır. Bunlardan en güzel
iki tanesidir Abbas Abiyle Cevriye Abla.
Bilirsiniz
her mahallenin ‘’yaban gülü’’ olarak tabir edilen, modern dilde ‘’taş hatun’’
dedikleri bir ablası, bir kadını vardır. Bizim mahalleninki de Cevriye Abla. Yıllar
boyu mahalle ahalisinin gönlünü yakan, konum itibariyle ses çıkaramadıkları bir
afettir ablamız. Aynı zamanda mahallenin kuruluşundan bu yana dilden dile
dolaşan hikayenin de iki kahramanından biridir. Tahmin edeceğiniz gibi öbürü de
Abbas abimiz.
Geçen
ay yaşanan vahim bir olayın ardından Abbas abinin vefat etmesiyle öğrendik
efsanenin aslını astarını. Bizimkilerde adettendir biri vefat ettiğinde
cenazesinden sonra toplanılır, sevdiği insanlar son bir kez etraflıca anılır.
Abbas Abi vefat ettiğinde Cevriye Abla konuşmadan kimse cesaret etmedi
anlatmaya. Yaşadığı o büyük yıkıma rağmen gözünü kırpmayıp dimdik duruşuyla
kendine yeniden hayran bırakan ablamız, sesini ve gözlerindeki buğuyu giderdiği
an başladı konuşmaya.
‘’Kendimi
bildim bileli tanırım Abbas’ı. Yani onun olmadığı bir gün geçirmedim şu dünyada,
bugün dışında. Abbas kendi başına bir şeyler yapmaya çabalayan, etrafına karşı
çekingen bir çocuktu. Mahalleli ortaklaşa çeşitli oyunlar oynarken o kendi
başına çamurla oynar, ben de evcilik oynarken bir yandan hayranlıkla onu
seyrederdim. Abbas ‘’özel’’ bir çocuktu. Yani bazı konularda akranlarından
biraz gerideydi. Arkadaşlarının dalga geçtiğini görmesem de o kendini bilir ve kendini
geri çekerdi. O yaşına rağmen olayların farkında ve bunu aşmaya çalışıyor
izlenimine kapılırdım. Ben de bu durumunu hayranlıkla izler, yaklaşamasam da
bir gün onunla oynayacak olmayı hayal ederdim. Nitekim okula başladığımızda
hayalim gerçekleşti. Sorunlu bir ailenin tek çocuğum. Bir yandan prensesler
gibi büyütülürken bir yandan da kendimi bildim bileli evi idare ettiğimi
hatırlıyorum. Bunun verdiği cesaretle ilkokulda direkt yanına oturdum sıra
arkadaşı oldum. Tüm ömrüm boyunca aldığım en güzel karardı inanır mısınız? Ona ulaşmak
çok zordu. Farklı düşünüyor, farklı yaşıyor, farklı mutlu oluyordu. Güler dediğim
noktalarda gözleri doluyor, üzerim dediğim noktalarda gülücükler saçıyordu. Farklı
bir evrene giriyordum sınıfa geldiğim zamanlarda. Her sınıfa geldiğimde
muhakkak güzel bir şeyler olurdu. Üstü boyalı taşlar, kokulu silgiler,
sayfaları çevirdikçe hareket eden resim defteri. Mutlu bir çocukluk geçirdim
sayesinde. Ve sevgi bakımından doyum kaynağımdı Abbas.’’
Biraz
gözleri buğulandı, bir müddet bekledikten sonra devam etti Cevriye abla. ‘’Bilmezsiniz
siz Abbas’ın çiçekliğinin nerden geldiğini. Gençleşmeye başladığı anda bile
şeker gibi bir insandı kendisi. Bencil huyları
yoktu pek. Elinde avucunda ne varsa paylaşır, her işe koşar, akıl verir ve
mutlu ederdi arkadaşlarını. Diğer insanlardan geride kalan yanlarını normal
insan seviyesine çekmeyi başardığı gibi birçok konuda da yaşıtlarını geçmeyi
başarmıştı. Bir tek o hastalığın getirdiği mahcubiyeti atamadı üstünden. Liseye
gittiğimiz zamanlardan bir gün çiçek koymuş defterimin arasına. Başta fark etmedim
çiçeği. Defterin arasından sıyrılıp düşmesiyle bütün sınıfla birlikte haberdar
oldum çiçekten. Bütün sınıf çiçeğe odaklanmışken ben Abbas’a bakıyordum. Çiçekten
daha kırmızıydı Abbas. Yüzündeki şoka rağmen sakinliğini korur vaziyette çiçeği
yerden aldı, yüzüme bakamadan yakasına takıp koridora çıktı. Ses edemedim
arkasından, gidemedim yanına. O da dönmedi o gün geri. Ertesi gün hiçbir şey
yokmuş gibi davrandı. Sakin ve iyice içine kapanıktı. Birkaç kez konuşmaya
çalıştım da başaramadım. İlk göz ağrım, ilk heyecanım ve ilk aşkım çiçekle
birlikte yerle yeksan olmuştu. Çiçek Abbas lakabı, o günün gençleri arasında
hafızalara kazındı. Abbas’ın sevgisinden ve Abbas’a duyulan saygıdan kimse yaklaşmadı
lisede ve sonrasında yanıma. Ben de hiç öyle bir arzuya kapılmadım tabii. Hep o
güne isyan edip hiç olmamış gibi yaşamak zorunda kaldım. O günden sonra da
bahsi açılmadı konunun.
İlerleyen
yıllarda aramızdaki bağ bir sevgiliden öte kuvvet kazandı. Abbas boy attı,
mahallenin güzel abisi oldu, ben ise mahallenin gözdesi. Kapımdan çiçek ve
şiir, çevreden sevgi ve övgü sözleri eksik olmuyordu. Abbas göndermiş gibi
seviniyordum hepsine. Abbas da kıskançlık yapmıyor sevgiye dair ne varsa hoş
görüyordu. Tabii o ruhen güzelleştikçe ben ona bir kez daha aşık oluyordum. Mahalleye
huzuru ve sevgi saygıyı Abbas aşılamıştı. Yolda kimi görse bir şekilde tebessüm
ettiriyor ya da yardım ediyordu. Bütün mahallenin sevgilisi Abbas’ın bana karşı
sevgisi de kendiyle büyüyordu en az benimki kadar. Karşılıklı sus pus oluşumuz
bir anlaşma gibiydi. Dokunmuyor, dile getirmiyor, tepkide bulunmuyorduk bu
duruma karşı. Birkaç şey dışında tabii. Her sabah lokantamın önünden geçerken
yakasındaki gülü koklar, tebessüm eder ve elini kalbine koyardı. O elini
kalbine koyar, benim içim kabarırdı. Koşullanmıştım artık. Onun geçeceği
saatten on beş dakika önce kapının önünde bitiverirdim. Akşam da beni alıp
apartmanın önüne kadar getirmesi için beklerdim hep. Hafta sonları pazar alışverişimi
yapardı mesela. Yapma diyemezdik birbirimize. Ben de hafta başlarında o işe
gittiğinde gider evini temizlerdim. Bir nevi evli gibiydik aslında. Kapısının da
kilidi yoktu zaten. Ne gerek var, neyim var ki zaten der, kim gelirse güzel
karşılar, insanlara güvenirdi. Hayatı boyu kibardı yiğit adam. Kaldırmadı yüreği
o şeyi, o, o olayı.’’
Sonra
birkaç şey daha söylemek istedi de yüreği el vermedi Cevriye ablanın. Müsaade istedi
ve gitti. Hala gururlu ve güzel bir kadın. Bütün mahalleli hayranlıkla bakardı
dik duruşuna ve asaletine. Niceleri abayı yaktı. Kimseye yüz vermedi. Genç
kızlardan bazıları aşkını ablasına anlatır, bu devirde aşık olmak mı varmış der
şen kahkahasını atardı. Musallat olmadıkça ikisi için de sorun değildi Cevriye’nin
bu tür gönül mevzularına maruz kalması. İkisine de sönük geliyordu böyle
duygular. Kendi sevdalarının yanında sığ kalıyordu. Etraflarını saran dünyanın
komik bir vesvesesi olarak görüyorlardı kendileri dışındaki olayları. Meyhanede
babadan kız isteme geleneğini de Abbas abi getirdi mahalleye. Her şey tadında
yaşansın isterdi. Genci yaşlısı demeden herkesi sürekli dinlerdi. Bir kere
sesini yükseltmez, herkesi bir şekilde ikna etmesini bilirdi. Ölümüyle Cevriye
ablayı da öldürdü Abbas abi. Evinde cansız bedeninden haberdar olduğumuzda
üstünde yakasındaki çiçek de vardı. Cevriye abla bırakmıştı muhtemelen. İlk mahalleyi
terk eden de o oldu bir hafta sonra. Sonra da kimse kalamadı zaten.
Şehirler
arasında sıkışıp kalmış güzel bir masaldı bizim mahalle. Dünyanın en güzel iki
insanı birbirine denk gelmişti de kavuşamamışlardı bir çiçek yüzünden. Belki de
ikisinin birbirini sevgiyle beslemesiydi, beşeri bir şekilde kavuşamamalarıydı
onları güzelleştiren ve efsaneleştiren. Şimdi ikisi de birer kahraman gibi. Rengi
solmuş insan ilişkilerinde ve dünya düzeninde kıpkızıl açmış birer karanfil
belki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder