‘’Abi uzak ne demek?’’. Anlık sorulunca cevap da veremiyor insan. Pek çok
kelimeyi anlamını düşünmeden kullandığımızı fark ettim o an. Zaman kazanmak
için bir süre gözlerine baktım. İri gözlerini saydam parlak bir sıvı sarmalamış,
kafasındaki soru işaretini şeklen yansıtan kaşlarının yukarı seyri yeşil zeytin
gözlerini iyice ön plana çıkarmıştı. ‘’ Ne yapacaksın bakalım sen bu kelimenin
anlamını?’’. Gayri ihtiyari sormuş bulundum. ‘’Ödevde yazıyor bilmiyorum
anlamını.’’ 1. Sınıfa gidiyor henüz. Hem kendimi kurtarmak hem de sözlük
kullanımını öğretmek amacıyla hadi sözlükten beraber bakalım dedim. ‘’Uzak
olmayan yer’’. Evet faydalı olmak için giriştiğim eylem tdk ile bir kez daha
elime yüzüme bulaştı. ‘’Gitmesi uzun zaman alan yer Yağmur.’’ dedim. Tdk rezilliğini ötelemek için kendi cümlemle
dolduruverdim o minik zihnini. Merakın etkisiyle yukarı kalkmış olan kaşları
cevabın etkisiyle gözlerinin üstüne çöküverdi. ‘’Anladım’’ dedi, odasına geçti.
Birkaç dakika sonra geri döndü, ‘’Abi uzaklara gitmek çok mu zor?’’. Değil tabii
dedim. Her zaman uzak gelmeyebilir. Kaşları tekrar aynı merakı yansıtmak üzere
yerlerini aldı. Açıklamaya devam ettim. Mesela arabayla gidersen o kadar uzak
gelmeyebilir. Ya da uçağa binersin daha yakınmış gibi hissedersin. Şenlendi birden
anlam veremedim. Yanağımdan öptü. ‘’Biliyor musun sen dünyanın en güzel
abisisin.’’ Sevgisine karşılık verip sarıldım, ‘’hadi bakalım derse devam et
sonra seninle oyun oynarız.’’ Tamam dedi odasına gitti. Odasından çıkmadı o
akşam. Merak edip odasına baktım. Halıda oynanmış evciliğin izleri olduğu gibi
duruyordu. Yatağına geçmiş elleri yastık altında üstü açık uyuyakalmış cimcime.
Üstünü örttüm, ışığı kapattım.
‘’Abii’’. Kız kardeş sahibi olmak böyle bir şey. Her sabah kahvaltıya o
uyandırır. Birkaç kez kapıyı tıklar ve aynı ses tonuyla seslenir. ‘’Annem
çağırıyor kahvaltı hazır.’’ Cinsel kimliklerin farkı küçük yaşta oda
mahremiyetine saygı yetisini kazandırmıştı. Kapıyı çalar, gel demeden katiyen
kapıyı açmazdı. İlginç bir şekilde kimse de öğretme gereği duymadan oluvermişti
bu duyarlılık. Ben de aynı şekilde yaklaşıyordum kapısı kapalı olduğu
zamanlarda kendisine. Kapıyı açtım. Mutfağa çoktan gitmişti. Karşı duvara kağıt
yapıştırmış günaydın yazıyor üstünde. Latinden çok kiril alfabesine benziyor. Sanırım
yanındaki de kalp işareti. Yeni öğrendi okuma yazmayı. Neler de biliyor. Çağırdım,
öptüm ve geri yolladım mutfağa. Yüzümü yıkayıp ben de yöneldim kahvaltıya. Çok soru
sorar alışkınızdır. Şen şakrak yapısı eşliğinde art arda gelen soruları hiç
aksatmadan cevaplarım. ‘’Abi şehirler arasındaki uzaklığı bilmek mümkün mü?’’ ‘’Mümkün tabii haritalardan bakabilirsin.’’ ‘’Gerçekten
mi?’’ ‘’Evet. Gel bak.’’ Kahvaltıyı yarıda kesip odamdaki atlasa doğru yol
aldık. Rastgele bir Türkiye haritası açıp gösterdim. ‘’Bak bunlar şehirler, şu
altta da ölçek var. Cetvelle buraların boyuna bakıyoruz ve şu sayıyla çarpıp
öğreniyoruz. Çarpmayı öğrendiniz değil mi?’’ Kafasını iki yana salladı. Çabuk
ağlar yapısı gereği. Ağlamasına fırsat vermeden cetveli elime alıp gösterdim. ‘’Bak
iki yer arasında bu cetvelde ne kadar boşluk varsa o kadar uzaktır.’’
Gözleriyle gülümsedi. ‘’Yani boyu kısalırsa uzak olmaz mı?’’ olmaz tabii. Öptü,
kahvaltıya geçtik.
Okula götürürken
harçlık istemeye başladı. Ne yapacağını sorduğumda, arkadaşlarıyla meyve suyu
aldıklarını söyledi. Her gün ufak tefek harçlıklar vermeye başladım. Rüşvet gibi
ben harçlık veriyordum o içten sarılıyordu. En ucuz sevgi edinme yöntemi. Bir gün
okuldan gelirken kırtasiyeden oyuncak almak istedi. İçinde uçak, araba, asker
gibi plastik oyuncakların olduğu poşete yöneldi. ‘’Bunu istiyorum alır mısın?’’
Her bakışında çaresiz kalırım. Sebebini sordum, arkadaşının doğum gününü kutlayacaklarmış.
Aldık, yine mutluluktan havalardaydı.
Aynı rutinde devam ediyordu hayat. Derslerimin yoğunluğundan fark
edemez oldum odasından hemen hemen hiç çıkmamaya başladığını fark ettim. Uyumuş,
odası kapalıydı. Abilik güdüsü ağır bastı, uykusunda öpme isteğime yenik
düşerek sessizce kapısını açıp ışığı yakmadan yatağına yöneldim. Yanağına
yumuşak bir dokunuş yaptığım anda yorgan altında ucu gözüken defter kabını
gördüm. Sessizce çektiğimde fark ettim kabaca yapılmış bir hediye kabı
olduğunu. Meraka yenik düşüp içindekileri dökmeden odama taşıdım. Odamda kabın içindekileri
boşalttığımda öfkeyle başlayan duygularımın yerini kesif bir hüzün aldı. Bir not,
bir harita, bir uçak ve bir araba vardı. Notu açtım: ‘’Çok uzağa gidecekmişiz demiştin ya. Üzülme.
Abim bana uzaklara nasıl kolayca gidebileceğimizi öğretti. Tekrar beraber oyun
oynayabileceğiz.’’ İlk sevda tohumlarını taşıyordu minik yüreğinde. Ve hüznün,
ve ayrılığın ilk acısını. Kirlenmemiş dünyası ve oyunları, acı gerçeklerle
kararıyor ve bölünüyordu. İlerleyen yıllarda hayatına sık sık müdahale edecek o
karanlık el ilk müdahalesini yapmıştı. Ve bu sevgi dolu küçük beden çaresizliği
ve karamsarlığı öğrenmemişti henüz. Olabildiğince özenle bantlanıp katlanmış
kağıdı açtığında fark ettim durumu. Deneyimsiz ellerle tekrar elden geçirilen
haritada Ağrı’yla Ankara arasındaki iller kesilmiş, uzaklar yakın hale
gelmişti. İki çöp çocuk el ele tutuşmuş gülümsüyordu bu soğuk memleketlerin
üzerinde. Karanlık kaplıyordu içimi, bir yandan da garip bir umut. Yeterince istendiğinde
çözümü vardı belki de her şeyin. Belki de yoktu, kim bilir. Ama umutsuzluğun
çaresi her halükarda mümkündü. Tüm eşyaları toplayıp aynı şekilde yorgandaki
yerine yerleştirdim özenle.
Birçok kez şahit oldu bu memleket bölünme senaryolarına. Ama hiçbirinde
bu kadar güzel bölünmemişti…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder