14 Haziran 2015 Pazar

UZAKLAR DA YAKIN OLUR

‘’Abi uzak ne demek?’’. Anlık sorulunca cevap da veremiyor insan. Pek çok kelimeyi anlamını düşünmeden kullandığımızı fark ettim o an. Zaman kazanmak için bir süre gözlerine baktım. İri gözlerini saydam parlak bir sıvı sarmalamış, kafasındaki soru işaretini şeklen yansıtan kaşlarının yukarı seyri yeşil zeytin gözlerini iyice ön plana çıkarmıştı. ‘’ Ne yapacaksın bakalım sen bu kelimenin anlamını?’’. Gayri ihtiyari sormuş bulundum. ‘’Ödevde yazıyor bilmiyorum anlamını.’’ 1. Sınıfa gidiyor henüz. Hem kendimi kurtarmak hem de sözlük kullanımını öğretmek amacıyla hadi sözlükten beraber bakalım dedim. ‘’Uzak olmayan yer’’. Evet faydalı olmak için giriştiğim eylem tdk ile bir kez daha elime yüzüme bulaştı. ‘’Gitmesi uzun zaman alan yer Yağmur.’’ dedim.  Tdk rezilliğini ötelemek için kendi cümlemle dolduruverdim o minik zihnini. Merakın etkisiyle yukarı kalkmış olan kaşları cevabın etkisiyle gözlerinin üstüne çöküverdi. ‘’Anladım’’ dedi, odasına geçti. Birkaç dakika sonra geri döndü, ‘’Abi uzaklara gitmek çok mu zor?’’. Değil tabii dedim. Her zaman uzak gelmeyebilir. Kaşları tekrar aynı merakı yansıtmak üzere yerlerini aldı. Açıklamaya devam ettim. Mesela arabayla gidersen o kadar uzak gelmeyebilir. Ya da uçağa binersin daha yakınmış gibi hissedersin. Şenlendi birden anlam veremedim. Yanağımdan öptü. ‘’Biliyor musun sen dünyanın en güzel abisisin.’’ Sevgisine karşılık verip sarıldım, ‘’hadi bakalım derse devam et sonra seninle oyun oynarız.’’ Tamam dedi odasına gitti. Odasından çıkmadı o akşam. Merak edip odasına baktım. Halıda oynanmış evciliğin izleri olduğu gibi duruyordu. Yatağına geçmiş elleri yastık altında üstü açık uyuyakalmış cimcime. Üstünü örttüm, ışığı kapattım.
‘’Abii’’. Kız kardeş sahibi olmak böyle bir şey. Her sabah kahvaltıya o uyandırır. Birkaç kez kapıyı tıklar ve aynı ses tonuyla seslenir. ‘’Annem çağırıyor kahvaltı hazır.’’ Cinsel kimliklerin farkı küçük yaşta oda mahremiyetine saygı yetisini kazandırmıştı. Kapıyı çalar, gel demeden katiyen kapıyı açmazdı. İlginç bir şekilde kimse de öğretme gereği duymadan oluvermişti bu duyarlılık. Ben de aynı şekilde yaklaşıyordum kapısı kapalı olduğu zamanlarda kendisine. Kapıyı açtım. Mutfağa çoktan gitmişti. Karşı duvara kağıt yapıştırmış günaydın yazıyor üstünde. Latinden çok kiril alfabesine benziyor. Sanırım yanındaki de kalp işareti. Yeni öğrendi okuma yazmayı. Neler de biliyor. Çağırdım, öptüm ve geri yolladım mutfağa. Yüzümü yıkayıp ben de yöneldim kahvaltıya. Çok soru sorar alışkınızdır. Şen şakrak yapısı eşliğinde art arda gelen soruları hiç aksatmadan cevaplarım. ‘’Abi şehirler arasındaki uzaklığı bilmek mümkün mü?’’  ‘’Mümkün tabii haritalardan bakabilirsin.’’ ‘’Gerçekten mi?’’ ‘’Evet. Gel bak.’’ Kahvaltıyı yarıda kesip odamdaki atlasa doğru yol aldık. Rastgele bir Türkiye haritası açıp gösterdim. ‘’Bak bunlar şehirler, şu altta da ölçek var. Cetvelle buraların boyuna bakıyoruz ve şu sayıyla çarpıp öğreniyoruz. Çarpmayı öğrendiniz değil mi?’’ Kafasını iki yana salladı. Çabuk ağlar yapısı gereği. Ağlamasına fırsat vermeden cetveli elime alıp gösterdim. ‘’Bak iki yer arasında bu cetvelde ne kadar boşluk varsa o kadar uzaktır.’’ Gözleriyle gülümsedi. ‘’Yani boyu kısalırsa uzak olmaz mı?’’ olmaz tabii. Öptü, kahvaltıya geçtik.
Okula götürürken harçlık istemeye başladı. Ne yapacağını sorduğumda, arkadaşlarıyla meyve suyu aldıklarını söyledi. Her gün ufak tefek harçlıklar vermeye başladım. Rüşvet gibi ben harçlık veriyordum o içten sarılıyordu. En ucuz sevgi edinme yöntemi. Bir gün okuldan gelirken kırtasiyeden oyuncak almak istedi. İçinde uçak, araba, asker gibi plastik oyuncakların olduğu poşete yöneldi. ‘’Bunu istiyorum alır mısın?’’ Her bakışında çaresiz kalırım. Sebebini sordum, arkadaşının doğum gününü kutlayacaklarmış. Aldık, yine mutluluktan havalardaydı.
Aynı rutinde devam ediyordu hayat. Derslerimin yoğunluğundan fark edemez oldum odasından hemen hemen hiç çıkmamaya başladığını fark ettim. Uyumuş, odası kapalıydı. Abilik güdüsü ağır bastı, uykusunda öpme isteğime yenik düşerek sessizce kapısını açıp ışığı yakmadan yatağına yöneldim. Yanağına yumuşak bir dokunuş yaptığım anda yorgan altında ucu gözüken defter kabını gördüm. Sessizce çektiğimde fark ettim kabaca yapılmış bir hediye kabı olduğunu. Meraka yenik düşüp içindekileri dökmeden odama taşıdım. Odamda kabın içindekileri boşalttığımda öfkeyle başlayan duygularımın yerini kesif bir hüzün aldı. Bir not, bir harita, bir uçak ve bir araba vardı. Notu açtım:  ‘’Çok uzağa gidecekmişiz demiştin ya. Üzülme. Abim bana uzaklara nasıl kolayca gidebileceğimizi öğretti. Tekrar beraber oyun oynayabileceğiz.’’ İlk sevda tohumlarını taşıyordu minik yüreğinde. Ve hüznün, ve ayrılığın ilk acısını. Kirlenmemiş dünyası ve oyunları, acı gerçeklerle kararıyor ve bölünüyordu. İlerleyen yıllarda hayatına sık sık müdahale edecek o karanlık el ilk müdahalesini yapmıştı. Ve bu sevgi dolu küçük beden çaresizliği ve karamsarlığı öğrenmemişti henüz. Olabildiğince özenle bantlanıp katlanmış kağıdı açtığında fark ettim durumu. Deneyimsiz ellerle tekrar elden geçirilen haritada Ağrı’yla Ankara arasındaki iller kesilmiş, uzaklar yakın hale gelmişti. İki çöp çocuk el ele tutuşmuş gülümsüyordu bu soğuk memleketlerin üzerinde. Karanlık kaplıyordu içimi, bir yandan da garip bir umut. Yeterince istendiğinde çözümü vardı belki de her şeyin. Belki de yoktu, kim bilir. Ama umutsuzluğun çaresi her halükarda mümkündü. Tüm eşyaları toplayıp aynı şekilde yorgandaki yerine yerleştirdim özenle.
Birçok kez şahit oldu bu memleket bölünme senaryolarına. Ama hiçbirinde bu kadar güzel bölünmemişti…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder