19 Haziran 2015 Cuma

PAKETİNDE SEVGİ YAZIYORDU

Haddinden fazla şişmiş damarlarım, bedenimden ruhuma göçmüş kaslarım ve hasta yatağında Azrail’le münakaşa içinde olan bedenim müsaade ederse kendimi tanıtayım. İsmim Abdil, deli Abdil de derler. Yıllarca mahallede huysuzluk çıkaran, çocukluk anılarında yağmalanan bahçesini taş atarak koruyan huysuz ihtiyar var ya, işte o benim. Yüz yaşıma ayak basmama on yedi saat kaldı. Doktorlarla onun mücadelesini veriyoruz. Benden sorumlu olanı pek bir hevesli yeni doktor. Morg kaydıma 100 tam not vermek için Azrail’in nefretine maruz kalmayı göze alıyor. Ben de içimde bu savaşımda tek sayılmam. Çocukluğunda bacağı aksak kalmış iyi yanım sapasağlam gündelik olaylarla dinçliğini koruyan kötü yanımın kucağında sağa sola savrula savrula kalın bir ipte bu zamana kadar geldik. Bi ipte iki cambaz yürümez derler ya yalan. Zor da olsa yürüyor şahidi benim. İkisinin de davranışları doğalarına aykırı gariplerin. Kötü olan iyi olanı bırakıp rahat hareket edemiyor, iyi olan kendini feda edip kötü olanın yolunu kolaylaştıramıyor. Nasıl bıraksın ipin bi tarafı cehennem bi tarafı cennet. Bi tarafa yeltenip düşseler nihayete erecekler. Tüm bu ipte kalmalarının ısrarı da bu yüzden.
Ne diyordum, heh. O yaşlı moruk benim işte. Elli yıl sonra kalem aldım elime. Sabah akşam ikişer serumla besliyorlar beni. Biri iyi, biri kötü yanım için. Peki neden kötü bir insanım bunu anlatayım. Herkes kötü olsa da kötü insan neden kötü olur hep merak ederler. Farkında değildirler zaten kötülüklerinin. İnsan sevdiklerine ve sevmek istediklerine kötü davranır ben bunu bilirim. En azından kendi hikayem bu noktada başlıyor. Altı kardeştik en büyüğüydüm. Diğer kardeşlerimle birlikte evde eser miktarda sevgiden gram nasibimi alamamakla başlıyor huysuzluklarım. Üzerime ilgiyi artırmak için ev içinde ve dışında bütün çirkin işlere bulaştım. Annem terliğiyle odama kadar gözyaşları içinde kovalar ve dakikalarca hunharca girişirdi. Bir yandan gözyaşları içinde haykırırken bir yandan da ailenin doğurgan kişisiyle baş başa geçirdiğim saniyeleri hatta bazen dakikaları sayardım. Sonra babam geldiği gibi hışımla ‘’Nerde o piç’’ der direkt yanıma koşar, nasırlı elleriyle dakikalarca okşardı beni. Bir kere hiç unutmam 560 saniye. Dayaklar kesilince kapalı ışık altında iç geçire geçire tuttuğum saniyeleri çarpanlarına ayırırdım. Çarpma etkisinin psikolojik yan etkileri işte.            
               Yıllar geçtikçe bu adamı ancak bir kadın paklar dediler de görücü usülü Feride’yi istediler bana. Usluca utangaç bir kadındı. İri gözleriyle kaş altından korku içinde bakardı. Çok sevmiştim onu. Benimle evlenebilme ihtimalini aklım almıyordu. Çenesi altında nokta halinde üç beni, utandıkça kızaran elmacık kemikleri, tabla kıvamı alnında doğası gereği kalem gibi çizilmiş alnına küçük gelen güzel kaşları vardı. Kardeşleriyleyken şen şakrak olan doğası ben ortama girdiğimde mahcup bir sakinlik ve utangaçlığa bürünüyordu. Çoğu kez anlamsız geliyordu ve sevgi hali bu durum hali hazırdaki cinlerimi harekete geçiriyordu. Nihayet evlenip müstakil bir aile olduğumuzda alışkanlık kazanmasın diye tek bir güzel jesti bırak, iyi bir söz dahi söylememiştim. İlk üç ay düzelir diye muazzam sabır gösteren kadını dördüncü ayımda zıvanadan çıkarmayı başardı. Bu başarısını ağzını yüzünü ellerine dökerek anasının evine göndermekle taçlandırdım. Çok pişman oldum, her pişman oluşumda evlerini basıp kadını defalarca döverek yatıştırmayı başardım. Bir yıl dayanabildi garibim. Kanser olmuş ölmüş diyorlar. Bütün akraba eş dost bağını kopardı sonra. Hepsini ağız dolusu küfürler ettim. Bizimkilere hasta yatağında evini barkını zorla sattırarak bahçeli bir ev aldım. Ufaklıklar mirastan nasiplenemedi tabii. Hepsini mezarlarına kendi ellerimle gömdüm sonra. Allah onlardan alıp bana vermişti dur bakalım yaşasın daha neler yapacak diye. Çok pişman oldum. Oldukça da birilerini hırpaladım. Altmışımdan sonra aklım başıma biraz biraz gelmeye başladı. Geldi dediysek de öyle iyi davranmadım yine. Sadece kötü davranışlarımı sevdiğim insanları kaybetmemek üzerine yaptığımı fark ettim. Bilinçli kötülük evrem başladı sonra. Bilirsiniz mahallenin en güzel meyveleri en mendebur adamın bahçesinde yetişir. Bizim mahallede de o en güzel bahçe bendeydi haliyle. Yalnız kaldıktan sonra en büyük aktivitem sabah kahvaltısının ardından en güzel taşları biriktirip mahallenin çocuklarını beklemek olurdu. Bir gün birisi bahçe duvarına benim resmimi çizmiş, bir hışımla bulup dövdüm veledi. Akşam da eski usül Zenit makinemle duvarın fotoğrafını çektim yatağıma astım. Bir gün Ömer’i çağırdım yıllar sonra. Büyümüş kerata mahallede erik toplayan çocukların en küçüğüydü. Onları sevdiğimi söyledim. Niye taşladın diye sordu. E evladım erikler bitse gelmezdiniz ondan korktum dedim. Hatta başta biraz yiyin diye beklediğimi söyledim. Koca çocukluğunda altı kez eriklerimden yiyebildiğini söyledi hala sitemkar. Ekledi bir de biz hep gelirdik diye. Sevdiklerine zulmetmemek gerekiyormuş öyle dedi. Karşındaki severse hele hiç zulmetmemek gerekiyormuş Feride gibi. Sevgini gösterirsen sevgisini zaten sakınmazmış insan sevdiğinden. Öyle acı çektirmeye de gerek yokmuş pek. Çok geç öğrendim bunu da. Sevmeyi öğretmediler ki diyorum hep. Kendi yollarımızla öğrendik sanırım. Tesadüfi karşılaştığımız şiddet anının bireyselliğini sevgi sandık, ha bire o sevgiyi beslemeye uğraştık. Ne mutlu olduk ne mutlu ettik. Sadece sevdik kendimizce. Hunharca hem de. Karakterimize oturdu değiştiremedik de şu zamandan sonra. Artık zamanım geliyor hissediyorum. Umarım Feride’yle şu halimle karşılaşırım da elim kalkmaz sevgi göstermeye. Kan damarlarımdan çekiliyor hissediyorum artık. Parmak uçlarım karıncalandı ve hükmedemiyorum da. Son bir gayret saate baktım. 23.57. Üç dakika daha duramam sanırım. Son kötülüğümü genç doktora yapacağım. Nasıl da hevesliydi garibim. Alzheimer diyorlardı bir de. Salaklar, bak ben hepsini hatırlıyorum. Ömer’in gönderdiği çiçeklerin kokusu nefesimi kesiyor. Gerçekten gaipe yumuşak bir geçiş halinde uyukluyorum.
               -23.58.54- ‘’Doktor bey hasta vefat etti.’’ Hemşire gergin ve ürkek bir ses tonuyla doktora seslendi. Doktor üzgünden çok gergin bir ses tonuyla cevabından korktuğu soruyu sordu. ‘’Hangisi?’’. ‘’Şu yüz yaşına girecek olan’’. İçinden kızgın ve yüksek bir tonda küfürler savurdu. Umutla beklediği bu gereksiz an huysuz ihtiyar tarafından itinayla bozulmuştu. Celallendi, masadaki mumunu henüz yaktığı pastayı tek celsede yere savurdu. ‘’HUYSUZ İHTİYAR ATTIN YİNE SON GOLÜNÜ’’. ‘’Ömer bey gönderelim mi merhumu morga uğrar mısınız?’’ Hemşire korku dolu gözlerle soruyordu sorularını. Götürün dedi, ben yarın uğrar morgta bakarım. Buraları da sen temizle temizlikçiyi çağırma.
               ‘’Ömer 27 yaşında tazecik bir doktordu. Çok sevdi, hiç sevilmedi. Her girdiği ortamın en küçüğüydü. Çocukken bahçelerden erik toplayan çetelere üyeydi, erik yemişliği çok azdı. Kimse mesleğinden gayrısına ilgi göstermedi. Abdil amcası vardı, yıllarca ona kötü davrandı. Bir gün yanına çağırıp derdini anlattı. Ömer kitaplardan okuduklarıyla ahkam kesti, dert yandı. Ama söylediklerini hiç yaşamadı. Abdil amcasından gördüğünü sevgi sandı, sevmeyi öğrendi. Bencilce ve hayvanca hep o sevgiyle yaşadı.’’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder