Süleyman Demirel’in verdiği namus borcu yerine getirilmedi. Az namussuz değildik de tescilleyenimiz yoktu. İlk tescil de değildi gerçi son tescil de olmayacak…
Peki bütün bir nesle harf harf kelime kelime anlatılması gereken bu önemli şahsın sadece bir kesim tarafından sahiplenilmesinin sebebi neydi? İdeolojilere tıkanmış, gözleri karartılmış tahammülsüzleştirilmiş ve anlayışsız toplumumuz mu?
Çocuktum anlatanım yoktu. Televizyonlarda gösteriyorlardı. Kim ölmüştü ne olmuştu neden olmuş bilmiyordum. İçim acımıştı, çocukluğuma denk gelen yıl dönümlerinde en sevmediğim kişi dahi olsa arabasının bu şekilde yok edilmesini istemezdim o yaştaki aklımla - hele içinde kendisi varken.- beni düşünecek olacaklar ki kanallar sonraki habere geçtiler. Yıl dönümlerinde andılar, ağladılar, mumlar yaktılar da söylemediler bize. Ne oldu? Nasıl oldu? Kim yapar? Niye yapar? Öğretmediler diyorum ya. Hep aynı resim, mumlar ve mumcular. Üzülenler yok mu? Var ve bizden çok uzaklarda…
Sağ kanat gözleri kapalı gelip geçer bu diyarlardan. Sormaz sorgulamaz da pek. Sahiplendiği ülküler kutsaldır da bahçenin dışına da bakmaz pek. Kabullendiklerimi sorguladığımda algıladım ben dış dünyayı, fikirlerin kutsal ideolojilerin beşeri olduğunu. ‘’Hiçbir düşünce alternatifsiz değildir. Her düşüncenin ve her uygulamanın karşı seçeneği vardır. Siyasal iktidara alternatif aramayan toplum kendini “totaliter” düşünceye teslim eder. Demokratik toplum, alternatif arayan toplumdur.’’ Dedin dinlemedik, okumadık...
Üzülerek söylüyorum ki sağ kanattan sol taraf pek bir çirkin gösterilir alt nesle ve o yolda ölenler öldü diye geçiştirilir. Ece Temelkuran’ın hayatını anlattığı ‘’Memleket İsterim’’ programın ufak bir kesitinde bahsettiğine bakılırsa sol kanatta da aksi bir durum mevcut. Bu büyük insanın hazmedilemez katlinin yıl dönümünde bunları anlatmak istemem de her şey bu noktada başlıyor.
Üniversite yıllarımın başlarına dek pek (cehaletimdir!) umursamadığım bu katledilme vakası ilerleyen dönemlerde ülke vatandaşı olarak utancımı besleyen bir vaka olarak günümüze kadar süregeldi. Ankara güzel insanları karlar altında almayı sever. Ankara da almadı gerçi, haince bir planla arabasının altına yerleştirilen patlayıcıyla katledildi. Yüreğimiz parçalandı da gücü her şeye yeten devletimiz aydınlatamadı karanlık vakayı. Aydınlatmak da istemediler. Aykırıydı, öyle ya toplumda pek sevilmez sağlam adım atan, araştırmacı, işini iyi yapan, başkalarının işlerine burnunu sokup(!) gizli kapaklı işleri gün yüzüne çıkaran insanları. Öyle ya ölümü de hiçbir devlet adamının samimi olarak canını sıkmadı. Nerden biliyorsun deme sıksaydı çözerlerdi olayı.
Peki neden üzülmedi kimse, niye illa çözülecek bu olay diye peşinden koşmadı yıllarca? Koşamazlardı, korkarlardı. Çünkü attığı her sağlam adımda bir kuyruğa basan bir adam vardı karşılarında. Köşeyi dönen bir sinsi gölge gördüğünde peşini bırakmazdı. Korkmazdı da ara sokaklardan, dolambaçlı yollardan. İlkeleri, azmi ve sabrı vardı. Mesleğini sever, çalışır ve anlatmaktan da yorulmazdı. Ondan sonra da çıkmadı zaten ne araştırmacı ne de gazeteci. İki üç beden fazla geldi kendisi sanırım bu topraklara. Genel bir durum vardır zaten bizde sana dokunmayan yılan bin yıl yaşasındır. Yılan yıllarca yaşadı, büyüdü, beslendi de dokunmadı dedik, ses etmedik. Bir insanla insanlığımızı kaybettik.
‘’Ellerini kana bulayanlar, içlerindeki korkularını mezar taşlarıyla yaşayanlar, aynı adaletsizliğin ve aynı suçun ortaklarıdır hep birlikte. Gözlerin açıksa göreceksin. Kulağın sağır değilse duyacaksın. Ellerin kesik değilse uzanacaksın.’’ Dedin de gitmedi elimiz, görmedi gözlerimiz, ortak olduk suça, sessiz kaldık. ‘’Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur. Bu masum insanlar, Yahudi de olur, Arap da, Hristiyan da. Ölenlerde ırk ve din ayırımı yapılmaz. Ölen insandır.’’
‘’Biz unutkan bir ulusuz. Unutuyoruz olup bitenleri. Unutuyoruz ve oğulları kızları ölen ana babaları, kanlı gözyaşlarıyla baş başa bırakıp gidiyoruz.’’ Nasıl da biliyorsun bizi. Bir haber aralığı kadar sürüyor üzüncümüz sonraki haberde üç büyükler çıkıyor, küçükler büyüyor, büyükler küçülüyor gözümüzde. Tabii ateş düştüğü yeri yakmaya devam ediyor.
Kendi derdimize boğulduk hep; korktuk, sindirildik, ezildik. ‘’Vurulduk ey halkım unutma bizi.’’ Biz toptan unuttuk. Yaşama sevincimiz ellerimizden alındı. Acı çektik, birbirimizi vurduk da acıya da duyarsızlaştık. Ses etmedik hiç, sen karışma herkes kendini kurtarır olan sana olur dediler, olur dedik. Öleni öldürüleni kınamadığımız gibi kulp taktık da ölümünü meşru kıldık. Ölüme sevinenler de oldu çok. Sevineni ayıplamadık, alkış tutanlar oldu, görmezden geldik.
Ne zaman olacağız? Ya da olur muyuz? Zor gözüküyor. ‘’Ne zaman uygar olacağız bilir misiniz? Bir katil ya da kaçakçı ile bir aydın arasındaki farkı anladığımız gün!’’ ayıramıyoruz iyiyi, kötüyü, haklıyı, haksızı… beynimiz bulandı, işler yolundan çıktı da vardır bir bildikleri dedik sineye çektik.
‘’Her kim ki din sömürüsünü kullanır, bir süre yararlı olur belki, ama sonunda mutlaka seçim sandığında yenilgiye uğrar. Halk, din sömürüsünü affetmiyor. Bu son derece önemli bir sonuç, olgu ve gerçektir.’’ Demişsin onu bile ayırt edemedik. Seni de yalancı çıkardık durduk yere. Allah dedik de diyenlerin peşinde. Allah Allah diyemedik bi türlü bu haksız gidişe. Şaşırmadık olan bitene, ses de edemedik. ya kuyruğumuzu kıstırıp düzene ayak uydurduk ya da kuyruğu dikenlerden olduk da kuyruksuz yaşamayı akıl edemedik.
‘’İnsanlara can güvenliği sağlayamamış bir düzene hukuk devleti denilemez. Devrimcilerin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği bir düzene demokrasi denilemez. Yolsuzlukların devlet yetkililerini sardığı bir düzene Anayasa düzeni denilemez. Bu, katiller demokrasisidir. Bu, hırsızlar düzenidir….’’ Hukuk devleti de olamadık biz. Tekeri patlamış bu düzeni rayına oturtmayı beceremediğimiz gibi bu yolda emek harcayanların katledilişini de çekirdek eşliğinde izler olduk. Bu yolsuz düzende çizgimiz de bozulmadı şükürler olsun. Yıllar önce söylediklerin hala değişmemekle birlikte her geçen gün artarak devam ediyor, daha da çirkinleşiyor. Çirkinlik çıkıyor ortaya zamanlaması manidar oluyor, anayasa deniyor onun da hakkından geliniyor, insanlar katlediliyor, zaman aşımı hayırlı vaka olarak karşılanıyor. Gittin gideli bir kaosa tutulduk ki gidiyoruz önümüzü görmeden. Kendimizden, insanlığımızdan, hayallerimizden, umutlarımızdan tükete tükete emin adımlarımızla yürüyoruz karanlığa. Artık isyan da etmiyorum, kızamıyorum da. Dilimi de tutuyorum utanarak. Bize kalan insanlık, güzel insanların ardından birkaç dakika kızıp birkaç dakika üzülmekten ibaret oldu.Ümit ediyorum ki artık; Son gücümüz tükendiğinde, sokak lambaları son enerjimizi de harcayıp bizi karanlığa terk ettiğinde, bu karanlık yolu genç ‘’mumcular’’ aydınlatsın…
Uğur'lar olsun, mekanın cennet olsun, yolumuzu aydınlatan karanlıklarca söndürülmüş aydın.